AB hayalinden önceki ilk çıkış
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden neden ayrıldığı sorusu, neden geç girdiği anlaşılmadan cevaplanamaz. Avrupa ülkelerinin birlik yolunda yürüyüşlerini siyasal ve ekonomik gerekçeleri olduğu kadar tarihsel şartlar da belirleyicidir. Tıpkı “Avrupa Birliği fikri nerden doğdu” sorusunun “Avrupa nedir” sorusundan bağımsız olmadığı gibi.
Avrupa Birliği projesinin ardında yatan tarihi ve düşünsel faktörler göz ardı edilerek aktüel gelişmeleri açıklamak mümkün olabilir ancak anlamlandırılamaz. AB’yi tetikleyen gelişmelerin İkinci Dünya Savaşı sonrası güvenlik, Faşizm gibi kaygılar olduğu doğrudur. Ancak Faşist Almanya’nın tüm Avrupa’yı işgal yoluyla birleştirme fikrinin tarihsel temelleri de göz ardı edilemez.
Avrupa Birliği fikri aynı zaman Roma İmparatorluğu’nun yeniden diriltilme ideasıdır. Savaş ve büyük yıkımlara mal olan askeri yöntemle Roma mirasını diriltme denemelerinin sonuncusuydu Hitler Almanyasının çıkışı. Bu nedenle Almanya-Fransa ekseninde tohumları atılan birlik belki de tarihte ilk kez barışçıl yöntemlerle Roma’yı ihya etme projesidir.
Roma’nın tahtında kim olacağı sorusu AB içindeki liderlik rekabetinin sonucuna göre belirlenecek. Almanya- Fransa’nın başı çektiği Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne giden süreçte İngiltere’nin ayrıksı tutumunun altı çizilmesi gereken bir husustur.
Avrupa’nın büyükleri içinde en erken ayrılan İngiltere’nin büyükler arasında birliğe en son katılmış olması stratejik tercihtir. Başta Avrupa Ekonomik Topluluğu’na sıcak bakmayan İngiltere’nin daha sonraki üyelik başvurularının De Gaulle tarafından veto edilmesinin Soğuk Savaş sonrası küresel dengelerden bağımsız değildi. İkinci Dünya Savaşı sonrası adeta Amerika’nın himayesine giren Avrupa’nın yeni birlik arayışı ekonomik ve güvenlik nedenlerle olduğu kadar Amerika’ya olan bağımlılığı aşmaya yönelik kendi içinde bir tür güç temerküzüydü. Ekonomik ve siyasal anlamda güç birliğine gidilerek bütünleşme ve ABD’nin güdümünden kurtulmuş, küresel rekabete girecek bir Avrupa hayali vardı…
Nitekim Soğuk Savaş sonrası Avrupa Birliği Almanya’nın önlenemez yükselişi ile kaptanlığı ele alarak siyasal birlik anlamında önemli adımlar atacaktı. Almanya’nın ekonomik gücü ister istemez AB liderliğini fiiliyata geçirecekti.
Avrupa’nın Amerika’dan bağımsız küresel bir güç olması ihtimaline karşı her zaman Atlantik’in diğer yakası ile ittifakı tercih eden İngiltere’nin birliğe üye olması Amerika’nın “Truva Atı” gibi algılanacaktır. Amerika’nın Avrupa üzerindeki denetim gücü Soğuk Savaş dönemine kıyasla gevşemiş olsa da tümüyle bağımsız bir güç olmaması için de elinden geleni yapacaktır. NATO’nun genişlemesine paralel olarak AB’nin de yeni üyelerle genişlemesi Amerika’nın etkisinden bağımsız gelişmeler değildi. AB’nin ani büyümesiyle karar mekanizmaları yavaş işleyen gevşek bir uluslar topluğuna dönüşmesi Amerika’nın kıta üzerindeki nüfuzunu sürdürmeye yaradı.
Böylece AB, Amerika ile eskiye göre daha kendi başına olsa da tümüyle bağımsız hareket eden bir birlik olmaktan hayli uzak kalacaktır.
Bu stratejide en önemli işlev Britanya’ya yüklendi. Avrupa Birliği içinde Amerika’ya en yakın hatta onun sözcüsü işlevi görecektir. Bu arada Avrupa’nın en batısındaki İngiltere’nin Avrupa’nın en doğusundaki Türkiye’nini AB’ye girmesi konusunda en hararetli destekçisi olması bu stratejik dengelerden bağımsız okunamaz. Amerika’nın yakın iki müttefikinin Avrupa’ya doğudan ve batıdan konumlanması tesadüf olmasa gerek.
İngiltere’nin ayrılma kararı vermesi birliğin gücünün zirvesindeyken erken bir ayrılık gibi görülebilir. Avrupa’nın büyükleri arasında AB’ye en son katılan ingiltere’nin hepsinden önce ayrılma kararı vermesinin ima ettiği sembolik anlam Avrupa’nın geleceği açısından fikir verebilir.
Hatırlanack olursa Avrupa’nın ortasında Bosna’da yüzbinlerin katline sessizce seyirci kalan Avrupa’nın Ortadoğu’ya müdahalede çok aceleci davranması sadece ideolojik tarihsel önyargılardan kaynaklanmıyor. Mesela Bosna’daki katliamı yıllarca seyreden Avrupa’nın Libya karşısında ön alıp askeri müdahalede bulunmasını kimse insancıl nedenlerle açıklayamaz.
Bosna’ya müdahale ederek Avrupalılara kapasitelerini hatırlatan Amerika’nın Libya’da Fransa’ya öncülük için alan açması kapasite patlamasından çok nehrin kurumaya yüz tutmasıyla alakalıdır.
İtalya’nın, Fransa’nın hala doğru dürüst hükümeti bile yokken ilk yaptıkları işin Libya ile yeniden tabi uygun şartalarda enerji anlaşmalarını imzalamış olmaları…
Avrupa’nın korkulu rüyasına dönüşen mülteci sorunu Roma kapılarına dayanan “barbar akınları”nı hatırlatıyor. Nitekim Britanya’daki Avrupa Birliği karşıtlarının kullandığı en önemli argümanalardan biri mülteci akını ve bir de Türkiye’nin AB’ye girecek olma ihtimali…
Avrupalıların tekrar sömürgeci güç gösterisi ile eski günlerine dönme seromonisine dönüşen Libya olayı sembolik olarak birçok şeyi açıklıyor.
Bir: Avrupa’da nehir kurudu, artık eskisi gibi refah düzeylerini sürdürme imkanları zorlaşıyor.
İki: Geleneksel sömürge yöntemlerine başvurmak zoruda kalacak askeri güçle ekonomik sömürü çarkını yeniden işletecek “yeni sömürgecilik” dönemin kapısı aralanmış oldu.
Üç: Küresel kapitalizmin çıkarları ile ulus devletlerin çıkarı her zaman örtüşmeyebiliyor, kapitalizm artık devletten bağımsız devletler üstü operasyonlar yapabiliyor.
Dört: Amerika Ortadoğu’daki statükoyu sürdürmenin maliyetini hafifletmek için AB’ye alan açarak NATO’yu güçlendiriyordu.
Beş: İngiltere geleceğini sadece ekonomik olarak değil siyasal olarak da Avrupa’da görmemesi AB’nin geleceği hakkında kuşkuları artıracaktır.
Altı: Avrupa potasında erimeye razı olmayan geleneksel Avrupa milliyetçiliği hem İslamofobi üzerinden gittikçe daha da yükselecektir.
Son soru: Avrupa Birliği’nden ayrılan Birleşik Krallık, kendi Birliği’ni koruyabilecek mi?
lgili YazlarDünya
Editr emreakif on June 25, 2016