ABD kiminle çalışır, kiminle çalışmaz?
Şimdilerde fazla gündemimizde olmasa da ‘toplum mühendisliği’ post-modern darbeyi tanımlayan anahtar kavramlardan biriydi. Üstelik bu proje, seçkinci bir zümre tarafından devletin ideolojik bir aygıt olarak nasıl kullanılabildiğinin somut ifadesi olarak bugün de etkisini sürdürüyor. Her ne kadar Türkiye’nin iç sorunlarından kaynaklanan bir gerilim nedeni gibi görünse de toplum mühendisliğinin artık uluslar arası bir kullanım alanının olduğunu, küresel projelerden tümüyle bağımsız bir model olmadığını daha iyi görebiliyoruz. Nitekim 11 Eylül sonrası gelişmeleri modellendirirken ‘irtica’ yerine ‘terör’ü yerleştirdiğinizde pek çok olgunun kolaylıkla açıklanabileceği görülür. Bu anlamda Amerika’nın terörle mücadele adına İslam dünyasına yönelik projelerinin askeri içeriğinden çok, kalıcı etkileri bakımından, zihniyet dönüşümüne ilişkin hedeflerine yani toplum mühendisliği boyutuna bu köşede sıklıkla dikkat çekildi.
Kimlerle işbirliği yapmamalı?
Washington Post gazetesinin yazdığına göre, İslam dünyasında yükselen Amerikan karşıtı dalgayı kırmak için “toplumsal diplomasi” isimle bir projeyi hayata geçirmiş. Daha doğrusu çoktandır uygulanmakta olan projeyi bu isimle takdim ediyor. Toplum mühendisliğinin siyaset bilimindeki olumsuz çağrışımını gözeterek “toplumsal diplomasi” tanımını benimsemiş olmaları muhtemeldir. Söz konusu haberde yer alan toplumsal diplomasi kapsamındaki hedefler hayli sınırlı. Yüz milyonlarca dolar bütçeli bu proje kapsamında İslam dünyasından örgencilerin Amerika’ya belli sürelerle getirilmesi amaçlanıyor. Sanatçıların, yazarların, kanaat önderlerine bir tür ‘entelektüel terapi’ uygulamalarında hayli deneyimli olan Amerikan yönetimi verimli bir alana yatırım yaptığını düşünüyor olmalı. Batılılaşmış seçkinci kesimlerden çok İslam dünyasının reflekslerini yansıtan kesimlerin hedeflendiği açık.
Amerika’nın yeni süreçte İslam dünyasında işbirliği yapmak istediği kesimler sanılanın aksine seçkinci-batıcı- laik kesimler değil. Bu kesimler doğal müttefikleri olsa da 11 Eylül sonrası büyük projelerin hayata geçirilmesi için hiç de mantıklı bir seçim olarak görülmüyor. Nitekim Türkiye’de çok iyi tanınan bir zamanlar CIA’nin Ortadoğu şefliğini lapan Grahem F. Fuller’in The Washington Quartly’deki yazısında Türkiye’deki laik seçkinlerin Fransız modeli (jakoben) laiklik uygulamaları nedeniyle halka yabancılaştıklarını belirterek, neden bunlar üzerinde hesap yapılamayacağının gerekçesini açıklıyor. Batıcı-laik seçkinlerin halka yabancılaşması Türkiye’ye özgü bir durum değil şüphesiz. İslam alemindeki batılılaşma çabalarının hemen hepsi tepeden inmeci, sömürge sonrası elitler eliyle gerçekleştirildiği için toplumsallaşma şanslarını iyiden iyiye yitirmiş durumdalar.
Bugünkü Amerikan stratejisinin daha iyi anlaşılması için RAND Corporation tarafından hazırlanan bir rapor hayli açıklayıcı görünüyor. Raporda dile getirilenlere göz atınca, BOP çerçevesinde, İslam dünyasındaki batıcı seçkinlerin neden uygun bir partner olmadığı daha kolay anlaşılıyor.
Amerika’nın en etkili think-tank kuruluşlarından olan RAND tarafından hazırlanan rapor “Civil Demokratic Islam- Partners, Resourges and strategies” ( sivil demokratik İslam- Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler) başlığını taşıyor.
Kimlerle işbirliği yapmalı?
Çok uzun metnin can alıcı noktası şu tespitleri içeriyor; İslam dünyasındaki mevcut dört temel eğilimi birbirine karıştırmamak gerekir: Fundamantalistler, gelenekçiler, modernistler ve laik/çi/ler …
Fundamantalistlerin temel özelliğinin Batı ve Amerikan düşmanlığı olduğunu, Batılı değerleri yok etmek istedikleri iddiasından sonra bunlarla taktik ittifaklar dışında işbirliği yapmanın mümkün olmadığı belirtiliyor. Gelenekçilerin bazı modern değerlere sahip olmalarına rağmen kendi aralarında bölündüklerini zaman zaman fundamantalistlere yaklaştıkları belirtilerek bunlarla zorunlu ittifaklar kurulabileceği belirtiliyor.
Modernist ve laiklerin Batı için doğal müttefik olmalarına karşın Müslüman kitleler nezdinde konumlarının hayli zayıf olduğunun altı çiziliyor. Bu durumda kurulacak ittifak konusunda çok seçici ve dikkatli olunması gerektiği hatırlatılıyor.
Roporda, Amerikanın İslam dünyasına ilişkin izlemesi gereken stratejinin kilometre taşları şöyle sıralanıyor.
Birinci adım: Modernistlere açık destek verilmeli ( bu bağlamda modernist tanımını kendisinden beklenen fonksiyonlara bakarak yapabiliriz): çağdaş değerlere uygun İslam anlayışını/yorumunu ve İslam’ın modernize edilmesi savunan modernistlere açık destek verilmesi; gençlik içinde laik ve modernist söylemin bir “karşı kültür” oluşturması gerektiği vurgulanıyor. Ve gözden kaçan bir dönüşüm projesi: İslam dışı ve İslam öncesi tarih bilincinin diriltilmesine özel itina gösterilmesi.
İkinci adım: Gelenekçiler fundamantalistlere karşı desteklenmeli. Geleneksel kurumlar içinde modernist söylem ve temsilcisi şahıslar güçlendirilmeli, fundamantalistlerle gelenekçilerin işbirliği önlenmeli…Sufizmin yaygınlaşmasına çalışılmalı ( Siyasi vizyondan mahrim bir hareketin 9nasıl manüpile edileceğinin göstergesi) .
Üçüncü adım: Fundamantalistlerin engellenmesi için her yoğun çaba gösterilmesi
Dördüncü adım: laik/ci/lere belli konularda destek: fundamantalistlerin ortak düşman olduğu fikrine destek vermeli. İslam’da da din ve devletin ayrı olduğu fikrinin desteklenmesi…
Çizilen bu genel stratejinin İslam dünyası için kaba bir yol haritası olduğunda kuşku yok. Yaklaşık yüz sayfalık raporun kısa bir özetini içeren bu sıralama kendi içinde tanımlamalara muhtaç olduğu muhakkak. Ancak, özetle bu projenin sadece siyasal ittifaklarla sınırlı olmadığı hatta temel olarak zihniyet ve kültür dünyası ile ilişkili olduğu ortada. Salt kültürel görünen bir alanın nasıl siyasal amaç için kullanıldığı ve siyasal sonuçlar çıkarılabileceğini gösteriyor.
Niyetim birkaç maddede Amerikan stratejisini gözler önüne sermek gibi ucuzculuğa kaçmak değil. Fakat günlük hayatın ayrıntıları arasında dikkatlerden kaçan çizgilerin ne türden politik amaçlara malzeme olabileceğini hatırlatmak…
Ayrıca Amerika’nın Ortadoğuda akıttığı kana kilitlendiğimiz şu günlerde toplum mühendisliğini ( toplumsal diplomasi ) gerçekleştirmek için toplumsal ve siyasal anlamda hangi kadrolarla işbirliği yaptığı daha iyi anlaşılıyor sanırım. İslamcı kökenden gelen politikacılardan toplum temsilcilerine kadar geniş bir kesimin muhatap olduğu bu proje temelde İslam dünyasının dinamizmini, birikimini ve alternatif oluşunu çökertmeyi içermektedir. Bu projenin yerli dinamiklere yaslanladan gerçekleştirilmeyeceğini en iyi anlayan da maalesef yine Amerikadır. Bu oyunu bozmanın tek yolu İslam dünyasının kendi birikiminin bilincine varmasından geçmektedir. Muhafazakar-demokrat teorisyenlerin bu konuda söyleyeceklerini merak ediyorum.
Editr emreakif on August 24, 2004