‘Amerikan rüyası’nın kabusu
Amerika’nın kendi geçmişi ile barışması olarak algılanmıştı Obama’nın başkan seçilmesi. Zencilerin, kölelerin külleri üzerinde kurulmuş bir uygarlığın, “Amerikan rüyası”nın kabusu başa geçmiş, geçmişi ile yüzleşmişti sonuçta! Obama’nın ne kadar zenci olduğu tartışılmadı bile, ama sonuçta saf beyaz değildi. Renk körü bir toplumun melezi zenci kategorisine koyarak geçmişiyle barışmasının erdemi olarak takdim edildi.
Amerikan toplumunu itirafçı toplum olarak tanımlayan sosyal bilimciler bu renk körlüğünün nedenini antropolojinin konusu yapmaya cesaret edebilecekler mi? Sanmam. Batı dışı toplumları nesneleştirmeye, laboratuvar malzemesi olarak inceleyen disiplin olarak doğan antropolojinin aynasında kendilerini görme cesareti gösterebilmeleri beklenemezdi. Buna cesaret edenler ise akademinin dışına itilecek, marjinalleştirilecekti… Ama sosyolojik bir tanımlama olarak itirafçı toplum olmayı, kendi geçmişiyle yüzleşme cesareti ve erdemine sahip olmayı içtenlikle benimseyebilir, ayrıcalıkları olarak takdim edebilirler.
Obama’nın Hiroşima’yı ziyaret etmesi Amerikan siyaset geleneğinin fazileti olarak medyatik bir algı operasyonuna dönüştü şimdiden. Gerçi ABD Devlet Başkanı olarak ilk kez Hiroşima’yı ziyaret eden Obama özür dilemeyeceğini daha önceden açıklamıştı. Özür dilememenin gerekçesi de demokratik uygarlığın ahlaki ilkeleri açısından kayda değer; “Savaş sırasında siyasi liderler her türlü kararlar alabilir. Tüm liderler zor kararlar almak zorundadır özellikle de savaş sırasında.”
Bir anda 140 bin insanın öldürüldüğü bu katliamın askeri ve siyasi gerekçesinin ahlaki ve insani ilkelerin üstünde tutulması Amerika için hala stratejik önemde.
Siyahi bir başkana ihale edilen Hiroşima gezisi (özür değil) bu haliyle İkinci Dünya Savaşı’nı bitiren güç dengesinin hala geçerli olduğunu ima eden mesaj içeriyor. Savaş tarihçilerinin hemfikir oldukları aynı zamanda atom bombası kullanılmasını meşrulaştıran, bir anda yüz bini aşkın insanın katledilmesini masumlaştıran husus, bu olayın sonucunda savaşın durdurulmuş olmasıdır. Ancak resmi tarih tezinin üstünü kapatmak istediği başka bir iddia en azından diğer tezler kadar güçlü iddia bu; Amerika’nın zaten teslim olmaya hazırlanan Japonlara atom bombası atarak teslim olmaya zorladıkları değil, savaşın mutlak galibi olarak bitirmek istedikleri için zorunda olmadıkları halde iki atom bombasını kullanmış olduklarıdır.
70 milyon insanın canına mal olan bir savaşı durdurmak için görünüşte, yüz binin feda edildiği, bir dehşet dengesinden bahsediyoruz. Alman ve Japonların neden olduğu savaş ve buna karşı yapılan karşı katliamlar toplamda batı uygarlığının iç mücadelesinin sonucudur. Şu gerçeği bir kenara not etmek gerekir: En azından son bir kaç yüzyıldır dünyada meydana gelen büyük kitlesel kıyımlarla sonuçlanan savaşların tamamı batının sebebiyet verdiği savaşlardır. Birinci ve ikinci dünya savaşları insanlık tarihinin gördüğü en büyük kitlesel kıyımlarıydı. Bu kıyımlara neden olan hatta bu kıyımlarla hegemonyasını sürdürebilen bir uygarlık ve küresel sistemden söz ediyoruz.
Hem uygarlık paradigmaları hem Avrupalı emperyal güçler yerine Amerika’nın küresel patronluğunun stratejik dengeleri açısından anahtar rol oynayan Hiroşima için özür dilemesi oyunun kurallarının, dengelerin tümüyle değiştiği anlamına gelecekti. Demek ki Hiroşima dehşet dengesi hala devam ediyor…
Batının günahları başkalarının, hele hele bugünün Müslüman dünyasının sevap hanesine yazılmaz. Ortadoğu’da sahneye çıkan, aşırı bir şiddet görüntüsü ile rehin alınan Müslüman imajını Amerika’nın, Rusya’nın, siyonizmin vs. işlediği cinayetlerle dengelemeye çalışmak anlamsız. Birileri Müslümanlık adına bir suç işliyorsa bununla öncelikli olarak Müslümanlar yüzleşmesini bilmeli.
Ancak; Batının tüm medyatik algı kanallarını kullanarak, siyasal manipülasyonları devreye sokarak yeniden Ortadoğu’ya müdahale, İslamofobinin meşru bir siyasal argüman olarak kullanılmasına gerekçe oluşturacak senaryoları yok etmez.
Toplumların olduğu gibi uygarlıkların da uzun tarihsel yürüyüşlerinde ortaya koydukları genel davranış biçimleri, ahlaki ilkeleri vardır. Bu durum özellikle medeniyetlerin temel karakteri olarak ortaya çıkar. İslam toplumları, İslam medeniyetinin özellikle Ortadoğu sahnesindeki uzun yürüyüşlerinde ortaya koydukları insanlık çizgisi yok sayılarak marjinal grupların tarihi, ümmeti rehin alan eylemleri ile genelleme yapılamaz. Tam da bunu gerçekleştirerek tarihi ve medeniyet değerleri terörize edilip, marjinaller üzerinden rehin alınarak hegemonik stratejilere zemin hazırlanıyor.
Savaşı bitiren galip taraf olmak gibi siyasal sonuç almak için yüzbinleri katletmekten çekinmeyen, bir insanlık suçu üzerinden Amerikan rüyasını inşa edebilenlerin geçmişlerini hatırlatmak bugünü okumak anlamına gelecektir. Nükleer silahı üreten bir teknolojik uygarlık sadece insanlığın geleceğini tehdit etmiyor, aynı zamanda kendi hayat standardını sürdürme adına her tür sömürüyü meşrulaştıran söylemleri de üretiyor. Tüm mesele, söylemin gizlediği ahlaki ikiyüzlülüğü görebilmekte.
Editr emreakif on May 28, 2016