Anma cesareti

Garip bir tecellidir; Mayıs ‘anma’ mevsimi denilecek düzeyde bir veda ayı da. Ne çok isim bu ay hayata veda etti. Ä°yi hatırlıyorum, 12 Eylül rejiminin üzerimize kâbus gibi çöktüğü günlerde adeta mesaj verircesine pek çok isim ebediyet yoluna çıkmıştı. Birer birer topraÄŸa verilen isimlerin bir anda ne büyük boÅŸluk bıraktıkları ancak onlar yolculuÄŸa çıktıktan sonra hissediliyor. DoÄŸrudan altında gölgelenmemiÅŸ olsak bile orda bir yerlerde bir çınarın var olduÄŸunu bilmenin nasıl bir güven verdiÄŸini, her bir dalından binlerin tutunduÄŸu o aÄŸaçlar topraÄŸa uzandığında anlayabildik. Gölgesinde hiç oturmamıştık oysa; ama deÄŸil mi ki göğe uzanan dalları, serinlik veren yapraklarıyla ne çok yüreÄŸe serinlik salıyordu… Kendi hallerinde tek baÅŸlarına direnen, varlıklarıyla cesaret ve umut olan isimler bu ay göçtü. Kimselerin meydanda olmadığı dönemlerde varlık idrakleriyle bu topraÄŸa ayak basma cesareti veren çınarların göçüşüydü…

Oysa hayatları bin bir meşakkate direnen, dışlanmaya karşı bu memlekette ev sahibi olmanın idrakiyle, sabır ve meşakkatle yükselmiş kale burçlarıydı.

O tuhaf zamanlar geride kaldı. Artık yeni ve daha garip zamanlardayız. O isimlerle yan yana görünmek, o isimlerin yer aldığı bir hatıra aktarmak, adeta onların bulunduğu bir fotoğraf karesinde boy göstermek artık aynı anlama gelmiyor. Daha görkemli salonlarda, daha medyatik ortamlarda, daha güçlü siyasal temsiliyet düzleminde bol söylevleri olan anma programları yapıyoruz.

Ne onların çelik iradeli mücadelelerinden, ne uzlaşmaz muhalefetlerinden, ne öfkelerinden bir hatırlatma var anmalarımızda. Geride bıraktıkları eserlerdeki diriltici soluktan ne bir nefes, ne zalime karşı dik duruşun ışıltılı alınlardan bir iz var konuşmacı yüzlerinde.

Aslında seremonilerimizde ne ulu çınarın gölgesine, ne de muÅŸtunun bereketli sofrasına bir davetin olmaması zamanın ‘yükselen deÄŸerleri’nden bağımsız deÄŸil. Her deÄŸer gibi bu hatırlanışlar da görünürlüğümüz, medyatik ve politik itibarımız için vesile kılınır oldu.

Birikmiş tecrübeyi, her bir çilenin kırışık izlerini, çehrelerin tevazu yüklü bilgeliğini devşirmek yerine, son derece profesyonel ilişkilerin, organizasyonların etkinliğine dönüşüyor.

Kendimizi anlatıyoruz daha çok… ‘Ben’ ile baÅŸlayan cümleler kurmaktan çınarın dallarına ulaÅŸamıyoruz; gölgesinden serinlik esintisi yerine benlik ikliminden esen bir sam yeli kasıp kavuruyor adeta.

Artık o isimleri yad edebiliriz. Muhtevası, mesajı boşaltılmış bir kitabın kapak yazısını vitrine koyar gibi…

En muhalif isimlere sahip çıkmak, en muhafazakar statümüzü takviye eder hale gelmişse devraldığımız bir mirastan söz edilemez!

En uzlaşmaz kavgaların, karanlığa karşı öfkenin sahiplerini popüler kültür malzemesi yapan bir sahipleniş, gerçekte ruhu boşaltılmış bir heykelle resim çektirmekten başka bir şey değil.

Oysa yeniden okumanın, anlamanın, anlamlandırmanın, anısı kadar mesajını sahiplenmenin vesilesi olmalı anmalar. Ya övgülere gark edip medyatik totemleştiriyor yahut içeriğini boşaltıp anlamsız bir bedene çeviriyorsak kendi mirasımızı kendi elimizle yok ediyoruz demektir.

Bu aylarda bol miktarda yapılacak törenleri, anmaları anlamsızlaştıran içeriklere dair zihnime hücum eden çağrışımlar…

Ýlgili YazýlarDüşünce

Editör emreakif on May 7, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar