‘Apolitik iktidar’ savaÅŸları
Kavganın adını doğru koymalı. Yoksa kör döğüşünü andıran bir girdabın içinde sürüklenmemek neredeyse imkansız.
Her şeyden önce, ilkeler adına gibi duran bir güç mücadelesi verildiğini belirtmemiz gerek. Güç mücadelesi verdiğini zannedenlerin gerçek aktör olup olmadıklarını sorgulamamız gerekiyor. Gerçekten kendilerini taraf zannedenler sonucu belirleyecek olanlar mı?
Soruyu başka türlü sormakta yarar var: bu kavgadan kazançlı çıkacak olan kim?
Bir başka husus da, tarafların bu toplumun dindar/muhafazakâr tabana yaslandıkları, büyük ölçüde muhafazakârları temsil ettikleri kabulüne ve görüntüsüne rağmen birbirlerine karşı tavır alışlarının hiç de dini olmaması. En azından ithamları, hakarete varan suçlamalarıyla, yaptıkları göndermelerle, her ne kadar dini çağrışımı bol bol kullansalar da, mahiyeti itibariyle hiç de dini bir çerçeveye oturtulamayacak bir kavga veriliyor.
İki özellik öne çıkıyor: olanca dini referans, imge kullanılmasına rağmen içerik olarak son derece seküler bir dil ve yöntem geçerli. Hem iktidardan yana tavır alan kalemler hem kendini Cemaate yakın hisseden veya hükümete karşı konumlandıranlar, aslında karşı tarafı itham ederken dini kavram ve sembolizme bol bol referans verse de genel çizginin seküler bir eğri çizdiği çok net. Ne çözüm önerilerinde ne de anlaşmazlık gerekçelerinde sözel düzeyde kullanışlı gördükleri kavramların içeriğiyle bağdaşır bir zemin yok. Var olan zemin de hızla berhava ediliyor!
Ä°kinci boyut ise iktidar ile devlet farkının ayrımına varmayan bir güç ve iktidarla sınırlı bir konum alış var. Elbette siyasi bir anlaÅŸmazlık, siyasi bir rekabetin alanı da siyaset olacaktır. Ne var ki burada tanık olduÄŸumuz durum olanca siyasi görüntüsüne raÄŸmen siyaset dışılık arz ediyor. Siyaset alanında bir güç mücadelesinin siyasal argümanları ve kullanılan dil ve referanslara bakılınca durum apolitik bir görünüm arz ediyor. Çünkü üretilen her gerekçe, her savunma ya da her türden itham siyaset dışı bir dil ve alanla ilgili…
Tüm bu görünür halleri doğru tespit etmek için verilen kavganın hangi çerçevede sürdürüldüğüne de zaman zaman dışarıdan bakmakta yarar var. Bir ayı aşkın devam eden ve kısa vadede hemen bitmeyeceği anlaşılan bu kapışmanın ortaya çıkardığı öfke patlamasının, haksızlığa ve ihanete uğramışlık duygusunun baskın olduğu ortamın görmemizi engellediği bir hususu şimdiden tartışmaya başlasak iyi olacak.
Bu olup bitenlerden sonra devlet-din ilişkilerinin yeniden tanımlanacağı, devletin halkıyla, Müslümanlarla ilişkisini yeniden dizayn edeceği bir dönem ortaya çıkacağını söyleyebiliriz.
Askeri vesayetin geriletilmiş olması, din-devlet ilişkilerinde yeni bir döneme kapı açtı; Müslümanca hassasiyet taşıyanların bürokratik elitin boşalttığı yerleri doldurmasıyla devletin bakışının, yapısının, hatta ideolojisinin değiştiğini varsayan bir yanılsama yaşandı ve kısmen bu hala sürüyor.
Ä°ster kendiliÄŸinden meydana gelmiÅŸ olsun, isterse iç ya da dış güçler tetiklemiÅŸ olsun, devleti oluÅŸturan müesses nizamı ele geçirdiÄŸini zanneden muhafazakârların (herhangi bir cemaat mensubu olsun veya olmasın), ‘kendileri’ oldukları için, ‘kendilerinden’ dolayı bir tür hikmet-i hükümeti temsil ettiklerini düşünür olduklarını tepkilerden çıkartabiliyoruz.
Dini siyasal alanın dışında tutan, Ä°slam’ı toplumun çimentosu sayıp Gökalpçi bir sosyo-kültürel olguya indirgeyen devlet aklı; bu konumlanış ve tanımlamayı yenileme inisiyatifini ele geçirecektir. Bu döneme kadar devlet: ModernleÅŸmenin taşıyıcı/dönüştürücü misyonunu seçkinlere verirken bunu ‘bürokratik vesayet’ eliyle gerçekleÅŸtirdi. Aynı zamanda da sosyo-kültürel çimento rolünü de toplumsal ve siyasal alandan alabildiÄŸine arıtılmış dine yükledi.
Artık devletin modernleşme misyonu işlevini tamamlamıştı; küresel sisteme entegrasyonu ise ancak muhafazakâr enerji ve meşruiyetle yapılabilirdi. Muhafazakârlığın yaslandığı dinle ilişkili boyutunun devlete rengini vermesi endişesi, hem sosyolojik olarak hem yönetici irade açısından sakıncalıydı.
Muhafazakârlar devleti de dönüştürdüklerini düşünmüş olabilirler. Müesses nizamın ideolojik kodlarının, küresel bağlantılarının bu kapışmayı bilinçli olarak örgütlememiş olduğunu varsaysak bile ortaya çıkan sonucu kendi lehine değerlendirecektir.
Evet, devletin hem kendi muhtevasını, hep toplumla ilişkisini, hem de din-devlet ilişkisini yeniden dizayn edeceği bir sürece giriyoruz. Muhafazakârların devleti dönüştürme iddiası, devletin dindarları, hatta dini söylemi dönüştürme sürecine evrildi.
Bu haliyle dini söylemi dillerinden düşürmeyen taraflara, dini, daha güçlü bir devlet adına siyasallaştırdıklarını bir kez daha hatırlatmanın yeridir. Ancak devlet, tarihi tecrübesiyle sabit olan hayatiyetini hangi argümanlarla sürdüreceğini, hangi kozları nasıl kullanacağı yetisini yitirmediğini göstermek isteyecektir.
MuhafazakârlaÅŸan eski Ä°slamcıların (bu paranteze Cemaat, camia, STK’lar da dahil) yeni ve alternatif söz söylemek yerine araçsallaÅŸtırdıkları ‘dil’e ve söyleme sığınarak sistemle özdeÅŸleÅŸmeleri, devlet i nihai vuruÅŸu yapma ÅŸansını veriyor.
Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset
Editör emreakif on January 21, 2014