Batı ile hesaplaşma zamanı mı?
Gazete manşetlerine, Avrupa ve Amerikalı medya aygıtlarının söylem ve ithamlarına bakılacak olursa adeta birbirini hiç anlamayan, aralarında hiçbir tarihsel temas tecrübesi olmayan farklı dünyaların tepkilerini görürüz.
Hegemonik sistemle baş etmek isteyen Müslümanların her şeyden önce entelektüel olarak Batı ile hesaplaşmaları gerekir. Hesaplaşılması gerken Batı politik polemiklerin aynasında baktığımız Batı değil elbette. Daha doğrusu sadece politik polemiklerden, güncel zıtlaşmalardan ibaret değil. Batı uygarlığının bize sunduğu düşünme biçimi, askeri ve ekonomik dayatmaları ile tüm insanlığa icbar edilen hayat tarzı olmalıdır bu.
Maddi medeniyetin cazibesi ile insana, tabiata, evrene karşı sorumluluklarınızı hatırlatan, yeniden kozmik düzen içinde eşyanın, insanın konumunun yerli yerine oturtulduğu bir teklif adına hesaplaşmadan söz ediyoruz.
Konjonktürel öfke ve sempatilerin girdabına çekilmeden temelli bir düşünsel tavır, ilkesel duruşla önce kurgunun bozulması gerekiyor. Maddi anlamda, siyasal anlamda Batı ile hesaplaşır gibi görünüp batılı kavramlarların parantezinden çıkamayanların böylesi bir kurgu bozma işlevi olamaz elbet. Üstelik zihin dünyasını batılı düşünce parantezine hapsederek karşı duruyormuş gibi olmanın sistem içi kullanışlı hale gelme riski de her zaman mümkümdür. Sistemi temelden kavramadan (bu düşünsel, siyasal ekonomik olabilir) karşı olmak, karşı olduğunu sanmak sistem içi departmanalardan birine dahil olma riskini barındırabilir.. Batılı kavramlarla ve onuun siyasal toplumsal tasavvurlarından beslenerek üstümüze gelen bir uygarlık karşısında alternatif oluşturulamaz. Bir sistemin felsefi, düşünsel temellerine vakıf olmadan ona itiraz ederken aslında onun kullanışlı argümanı olmanın acı tecrübesidir İslam alemindeki batıcıların ve çoğu karşıt görünenelerin hikayesi. İslam alemi son iki yüzyıldır künhüne vakıf olmadığı bir dünyanın tasallutuna karşı o dünyanın kavramları ve değerleri, insan ve toplum modellemeleri, ekonomik yöntemleri ile mücadele ettiğini sandı. Kendi değerler sisteminden kuşku duydukça içine yuvarlandığı maddi çöküş sürecinden çıkışı künhüne eremediği başka dünyaların değerlerini ithal ederek celladına karşı direnebileceğini düşündü. Kendi değerlerinden kuşku duydukça kendini teslim almaya gelene teslim olmayı kurtuluş için tek seçenek olduğuna ikna edildi.
Kurtuluş sandığı toplumsal siyasal modellerin dini felsefi arkaplanından bihaber olarak ya toptan karşı çıktı yahut toptan teslim oldu. Teslim olanların işi kolay gibiydi; yapacakları tek şey üretilmiş bir uygarlığa ait değer ve modelleri kopye etmekti. İster beğenelim ister beğenmeyelim her uygarlık bir bedel istiyordu. Batı kendi tarihsel geçmişi içinde bunun bedelini ödemişti.
Toptancı bir refleksle karşı çıkmak da her zaman gerçekten karşı olmak anlamına gelmiyordu. Batı uygarlığına mesafeli duranların en büyük açmazlarınan biri de bu olsa gerek. Batı’ya karşı olduÄŸunu söylemek karşı olmak anlamına gelmiyordu. Karşıtlık yerine teklif sahibi olabilmektir esas olan.
Politik, askeri yenilmişliklerin ortaya çıkardığı öfke ve tepkiler bizi batılı paradigma içinde düşünmeye çözümü o çerçevede aramaya itebileceği pek farkedilmedi. Hala benzer öfkeli tepkilerin esiri olduğumuzu düşünebiliriz. Oysa kendinden emin bir medeniyetin çocuklarına düşen, komplekssiz ilişki içinde olmak, öykünmeden kendi farkındalığını ortaya koyabilmekti.
Islam dünyasının farklı bölgelerinde benzer SaddamlaÅŸtırmalar medyatik dil üzerinde inÅŸa edilmeye çalışılıyor. Batı’nın kendi kamuoyunu ikna edebilmesi için propaganda araçlarını devreye sokarken karşı çıktığımız sömürgeci niyetlerine kendi dilimizle cevap vermeden önce sahaya sürülen SaddamlaÅŸtırma stratejisi bir tuzaktır. Söz gelimi batılı toplum ve insan modeli üzerine kurulu Baas ideolojisine dayalı oalrak ülkesinde toplum mühendisliÄŸi uygulayan Saadam’ın emperyal güçlerle girdiÄŸi oyunda maÄŸdur duruma düşmesi onun batı karşıtı olduÄŸu anlamına gelmez. Bu söylem stratejisinin tuzağına düşmeden gereken dil ve muhtevada karşı çıkmak durumundayız.
Hesaplaşma elde mevcut olanla olmayanı, muhtemel tehditlere karşı mevcut imkanların muhasebesini gerektirir. Anakronik olgular üzerinden hiçbir muhasebe yapmadan yargı cümleleri yerine kendi düşünce sistematiğine dayalı kurucu bir donanıma ihtiyaç var. Bu da konjonktürel öfkeleri aşan uzun soluklu çabayı gerektirir.
Batı’ya karşı övgü ve nefretleri aktüel siyasetin belirlediÄŸi bir ortamda temelli bir düşünsel hesaplaÅŸmadan söz edilemez. Batılı modern dünya görüşünün uzantısı siyasal, toplumsal sorunları aynı paradigma içinde kalarak aÅŸabilmemiz imkansız. Batılı paradigma içinde kalarak hatta kaldığını bile fark etmeden politik veya taktiksel muhalefet dili üzerinden bir sistem eleÅŸtirisi geliÅŸtirebilmenin imkanı yoktur. Sistem içi paradigmanın dışına çıkmadan sisteme meydan okuduÄŸunu sanmak muhtemelen daha büyük açmazlara yol açacaktır.
AB’nin Amerika’nın, Rusya’nın vs, Ä°slam dünyasına karşı geliÅŸtiridiÄŸi ötekileÅŸtirici, mahkum edici dil ve politikalara karşı kurmamız gereken dil bu dünyanın kodlarını çözerek ama farklı olarak kendi deÄŸerlerimizin kodlarına yaslanarak mümkün olabilir.
Muhatap olduğumuz sistemik sorunlar öfke fırtınalarına mağlup olamayacak kadar köklü bir hesaplaşmaya gitmeyi ona göre de hazırlıklı olmayı gerektiriyor.
Ýlgili YazýlarDüşünce
Editör emreakif on March 28, 2017