Bir ideolojik aygıt olarak “melezleşme”

Bazen yanı başınızda olan bir zenginliğe kör ve sağır kalırsınız; fark etmezsiniz çağıldamakta olan ırmağı. Yaklaşık yüzyıldır toplum olarak benzer durumdayız. Yüzyıllardır iç içe birlikte olduğumuz, benzer maceraları yaşadığımız farklılıklarımızı yeni yeni keşfediyoruz sanki. Sanatta, edebiyatta, müzikte, mimaride birbirini besleyen zenginliğimizi tek boyutlu bir açıklama biçimine indirgeyen ulus inşa projesi çöktükçe kül altında kalanlar ortaya çıkıyor.

Önceki akşam ünlü Katalan sanatçı Jordi Savall şefliğinde “Hesperion XXI” topluluğunu “Bab-ı Ali İstanbul’un sesleri” konserini izlerken bir medeniyetin barındırdığı yitip giden zenginliğin hüzünlü sesini düşünmeden edemedim doğrusu. 1430-1750 yılları arasında Osmanlı kültür havzasında yaşayan müzikleri icra etti. Bab-ı Ali İstanbul’un sesleri arasında Seferad, Ermeni, Rum ve Türk bestelerin icra edildiği programda ilginç bir husus dikkatimi çekti. Belki de tarih, edebiyat, kültür alanlarında son dönem çalışmalarda gördüğüm hususla İstanbul’un seslerini dinlerken ortaya çıkan tablo birleşti. Birbirinden bağımsız gibi duran ama hemen her seferinde tekrarlanan bir durum; çoğulculuğumuzu keşfederken ısrarla ihmal edilen, yok sayılan bir “varlığın” eksikliği. Mesela icrası ve kendine özgü yorumuyla bu konserde İstanbul’un sesleri arasında Türk müziğinin kısıldığını fark etmemek imkansız. Olanca çeşitlilik içinde klasik döneme dair, bir kaç bestenin dışında, seçilen parçaların seviye, kalite olarak temsiliyeti tartışmalıydı. İstanbul’un seslerine renk katan ama asıl sesi bastıran çoğulcu görüntü ise eserlerin ait olduğu dönemi iyice melezleştiriyor.

Toplumbilimden kültür çalışmalarına, tarihten sanat alanına kadar pek çok konuda tektipleştirici bakış açısının terkedilmesi, üzeri örtülen zenginliğimizin ortaya çıkarılması açısından önemli bir adımdı. Ne var ki, tıpkı modern seküler ulus inşacılarının yaptığının tersinden devamı sayılabilecek yeni bir durum söz konusu. Bu topraklarda yaşama imkanı bulmuş çoğulcu yapının keşfedilmesinden çok, farklı, hatta marjinal olanı, birlikte yaşama, zenginleşme ortamını sağlayan ana eksenin yerine ikame etme telaşesi seziliyor.

Çoğulculuğun keşfedilmesi, hatta kimliklerin, toplumsal yapı ve değerlerin bugünden geçmişe uygulandığı melezleştirme çabası, anakronizmin yeni kimlik tanımlamalarında nasıl kullanışlı hale getirildiğinin tipik örneği. Farklılıklara vurgu yaparken, zenginlikleri keşfederken tarihi, dönemin yapı ve anlayışlarından bağımsız olarak, bugünden okuyup melezleştirme çabaları tek boyutlu kimlik inşası kadar yavan, yabancılaştırıcı. Bu coğrafyanın beslediği farklı zenginlikleri tek boyuta indirgeyerek yok saymakla farklılıkları keşfetme adına melezleştirmek benzer bir yanılgıdır.

Modern kimliklerin aşındığı postmodern dönemin olgularından hareketle tarih okuması yapmak, eklektik bir seçicilikle malul olmakla kalmıyor, bu farklı zenginliklere hayat veren damarı görmezden gelmek anlamına geliyor.

Benzer tartışma İstanbul’un kimliği bağlamında özellikle “Avrupa kültür başkenti” muhabbetinde de yaşanmıştı. Söz konusu olan İstanbul gibi bir şehrin kimliğinin tarifi olunca kültürden tarihe, müzikten mimariye tüm estetik ve sanatsal, entelektüel çabalar bu işe dahil oluyor. Sefarad kültüründen Rum hayat tarzına, Ermeni ustalardan Bulgar yoğurtçusuna kadar hayata renk veren, katkı sunan, onu zenginleştiren tüm unsurlar Osmanlı kimliği dediğimiz bütünün parçalarıydı. Müslüman kimliği ile Osmanlı Medeniyeti tüm bu farklılıklardan da beslenmiş, farklılıklarla temas halinde olmaktan çekinmemiş. Aynı dönemin Avrupalı imparatorluklarından ayrılan yanı bu çoğulculuğa imkan veren, bunun hukukunu oluşturan değerler sistemine, anlayışa, geleneğe, davranış kodlarına sahip olmasıdır.

Geçmişi modern paradigma üzerinden yeniden okumaya başlayan yaklaşım adeta “geleneği yeniden icat edip” anakronizme düşüyor, geçmişi de melezleştiriyor.

Postmodern dünyanın kimlikleri, değerleri parçalaması; bunu sabite olarak kabul edip kimlikleri, hatta değerleri melezleştirmesi ideolojik bir tutuma dönüşüyor. Azınlık müzikleri, azınlık kültürü gibi hayatımızdan zorla çekilen, kültürü tekdüzeleştiren, hafızasızlaştıran ideolojik kurgu şimdi de bizi var eden gerçeği, değerleri benzer ideolojik kaygılarla melezleştiriyor.

Hayatımızdan çekilip çıkarılan farklılıkların, kültürlerin sorumlusu gibi suçlanan Müslüman kimliğin, değerlerin yok edilerek etnik ve dinsel kültürlerin, kimliklerin yeniden inşası her şeyden önce tarihe, bu coğrafyaya, bu topluma haksızlık ve aşağılamadır. İstanbul’u Pera’dan, Osmanlı’yı Rum şarkılarından ibaret gören, bunlardan başka bahse değer birikim ve kıymet görmeyen aydın yaklaşımı hayli revaçta. Farklılıklara sahip çıkmak başka bir şey, bizzat Konstantinopolis’i İstanbul yapan birikimi yok saymak başka bir şey. Bu duruma olsa olsa bir ideolojik aygıt olarak “melezleşme” denebilir.

lgili YazlarDüşünce, Siyaset

Editr emreakif on December 18, 2014

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar

Daha Yeni Yazlar: