Bir ‘Kutub’ göçerken hatırlattıkları
Bu devrin son temsilcilerinden Muhammed Kutub dün hakka yürüdü. Bir yüzyıla yaklaÅŸan ömründe sadece Mısır’ın deÄŸil, çaÄŸdaÅŸ Ä°slami hareketlerin, modern Ä°slam düşüncesinin tüm evrelerine tanıklık etti. Kendisinden on iki yaÅŸ büyük aÄŸabeyi olan Seyyid Kutub’la benzer mücadele sürecinden geçmiÅŸ olsa da gerek ilgi alanları gerekse etkinliÄŸi bakımından ondan farklılaşır.
Muhammed Kutub’la Beylerbeyi’ndeki evinde bir kaç kez görüşmüştüm. UzlaÅŸmaz, keskin kalemiyle cahili yönetimlere, toplumlara meydan okuyan Seyyid Kutub’un imgesiyle karşılaÅŸtırıldığında çok daha munis bir münevverle karşı karşıya olmak ÅŸaşırtmıştı… Belki tercümeler yoluyla Türkiye’ye aktarılan düşünce biçimlerinin bizde bıraktığı izlenim ve beklentilerin oluÅŸturduÄŸu gençlik döneminin heyecanları karşısında, olgun kiÅŸiliÄŸi ve hayatın tüm deneyimlerinden, çilelerinden geçtiÄŸini gösteren yüzündeki çizgilerin üzerimde bıraktığı ilk etkiler…
Muhammed Kutub’un vefatı, tam da Türkiye’de bazı Ä°slamcılarda ‘artık eski kitapları atmanın zamanının geldiÄŸi’ anlayışının; kimi muhafazakâr çevre ve cemaatlerde de ‘başımıza ne geldiyse Ä°slamcılık, ‘siyasal Ä°slam’ yüzünden geldi’ ÅŸeklinde özetlenebilecek muhafazakâr Türk oryantalizminin revaçta olduÄŸu günlere denk geldi.
Kendi adıma; çocukluğumdan beri okuduğum, entelektüel tarihimin birer parçası olan, bugün aştığımı, hatta muhteviyatına katılmadığımı düşündüğüm düşünsel uğrakların şahidi hiç bir kitabı küçümsemem, kitaplığımdan da atmamışımdır. Bir dönemin işaret taşları, bugünkü fikri şahsiyetimin oluşmasında mutlaka bir payı olan isimler, eserler olarak saklarım.
Bir düşüncenin, siyasi akımın kendi mecrasını bulması da kiÅŸisel maceralarımız gibidir; Fuzuli’nin müthiÅŸ betimlemesiyle, ‘başını taÅŸtan taÅŸa vuran su’ gibi olgunlaşır, mecrasını bulur.
Türkiye İslamcılığını oluşturan tüm renklerin kendini bulma, olgunlaşma süreçleri; biraz da şartların dayattığı pratikler, hatalar, özeleştirilerle gelişen bir birikimin sonucudur. İslam düşüncesinin bu topraklarda yeni zamanlara seslenebilmesi, kendi sesini bulması, yarınlara kalacak bir sözünün olması; İslam dünyasının genel birikiminden de, yaşadıklarından da bağımsız değildir. Şüphesiz buraya özgü çok özel ve özgün şartları tecrübe etmiş olmamız bu durumu değiştirmez.
Tercüme hareketinin Türkiye Ä°slamcılığına, Ä°slam düşüncesine ne türden katkılar yaptığı, eksikleri, dönemin ve kültürün ÅŸartları baÄŸlamında çok ÅŸey söylenebilir -ki bu, bir yazının boyutlarını aÅŸar. Åžu kadarını belirtmekte yarar var; bir dönemin etkili bir yazarı, eseri için ‘artık okunur mu’ demek ya da sadece onu okumaya takılıp kalmak; ne o eserin yeterince anlaşıldığını ne de o eserin aşıldığını gösterir.
Bugünlerde tekrar dile getirilen eski kitapları atmak, Ä°slamcı söylemleri terk etmek dalgası postmodern darbe sürecinde ve özellikle 2000’li yılların başında da yoÄŸun biçimde dillendirilmiÅŸti. Ä°lginç olan o dönem Ä°slamcılığın, Ä°slamcı söylemin özeleÅŸtirisinden çok itirafçılık denilebilecek bir dilin hakim olmasıydı. Åžimdilerde ise mevcut iktidar halinin konumlanışını meÅŸrulaÅŸtıran, onunla çeliÅŸen düşünceleri atarak nevzuhur bir Ä°slamcılık üretilmesidir. Buna açıktan Ä°slamcılık denilmese bile, Ä°slamcılık ithamını(!) avantaja dönüştüren bir içselleÅŸtirme söz konusu.
Muhafazakârların devletle kurdukları yeni iliÅŸkiyi, yani devletin ‘muhafazakârlığı’ merkeze alarak bu kesimi içe çekmesini, devletin ideolojik mekanizmasını meÅŸrulaÅŸtırma gerekçesi sayan; bunu da yerlilik, vatan, toprak söylemi üzerinden üreten bir yanılsama yaÅŸanıyor.
Diğer tarafta İslam düşüncesinin, genel anlamda İslam medeniyetinin, yüzleşmek, aşmak zorunda olduğu modernite, sekülerizm ve küresel kapitalizm kıskacından çıkarak alternatif üretme çabalarını törpüleyerek, arayışları dışsallaştırarak, konjonktürel iktidarlara meşruiyet bulma gerekçeleri geçmişle yüzleşme adına sunuluyor.
Tam da ‘Ä°slamcılık öldü’ türü saÄŸcılığın zirve yaptığı dönemde Ä°slamcılığın conservatism (muhafazakârlık/saÄŸcılık) anlamında kimyasını bozmak, iddialarından vazgeçmek reaksiyonerliÄŸinin Ä°slamcılığa çevrilmesidir. Ä°slami söylemin her zaman koruduÄŸu alameti farikası olan ilkeler, önemli kısmı tercüme eserler kanalıyla formüle edilmiÅŸ olsa bile, bugün daha anlamlı durmaktadır. Küresel kapitalizme eklemlenmenin Ä°slami söylemle ne gibi bir alakası olabilir? Oysa Ä°slamcılık kapitalist sömürüye de, kızıl emperyalizme de karşı olmuÅŸtur. Bu karşıtlık bugün için çok daha elzem ve anlamlıdır. MilliyetçiliÄŸin ülkeleri bile parçaladığı, hilafet sonrası ulusdevlet çağında evrensel Ä°slam kardeÅŸliÄŸini savunmak, bastığımız zemine yabancılaÅŸmayı gerektirmez.
Geçmişten ders çıkarıp özeleştiri yapmak bir hareketi ve düşünceyi diri tutar, itirafçılık yapmak ise asliyetini kaybettirir.
İçinden geçtiğimiz süreçte neyin asıl, neyin konjonktürel, neyin ahlaki ve adaletin gereği, neyin kaçınılmaz gereklilikler olduğunun çok iyi düşünülmesi gerekiyor. Müslüman; irfanı, sezgisi, bilinci, ahlak ve vicdani duyarlılığıyla bunca yılın birikim ve idrakine yaslanarak yarınlara emanet bırakacağı cümlelerini yeniden üretmek zorundadır.
Ä°slamcılık bu memleketin en yerli duruÅŸu olmasının yanı sıra dünyanın neresinde Ä°slam adına bir hareketlenme görse onunla aynı heyecanı duyup paylaşır. Ne Türk Ä°slamcılığı adına Arap milliyetçiliÄŸi yapmaktır ne de bu toprakların gereklerini unutup Patani ormanlarında kaybolmaktır. Muhafazakâr cemaatler, Ä°slamcıların evrensellik çabası karşısında içe kıvrık tepkiler verirken bugün küresel kapitalizmin iÄŸvalarına ilk kapılanların da bu milliyetçi ve yerlilik fetiÅŸizmi yapanlar olduÄŸu unutulmamalı…
Editör emreakif on April 5, 2014