Bir Özbek masalı

Bir zamanlar Demirel’in dilinden düşmeyen devlet slogan vardı: Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası… Kulağa hoş gelen,  yetmiş yıl boyunca ufku Misak-ı Milli sınırlarından ibaret bir toplum için heyecan vericiydi.

Sovyet imparatorluğu (yani emperyalizmi) çökmüş, görünüşte Orta Asya özgürleşmişti. Türkiye’ye de bunlara ağabeylik yapmak düşerdi. İslam dünyasına, Türk dünyasına sırt çeviren bir devlet birden Türk dünyasını keşfetmiş üstelik ağabey olarak yeni rol peşindeydi.

“Adriyatik’ten Çin Seddi’ne söylemi” Demirel’den itibaren tüm sağ partilerin sloganı olsa da bölge gerçeğini fark eden çok az kesim vardı. Eski komünist politbüro şefleri yeni bağımsız devletlerin başına geçmiş, Sovyet mantığı aynı kadro ve zihniyetle devam ediyordu. Türk cumhuriyetleri (Türki cumhuriyetler denilmesi de tuhaftır) ile Anadolu arasında kültürel, siyasi ve en önemlisi dil açısından büyük açığın olduğu zamanla fark edilse bile bu slogan devlet katında epey müddet kullanıldı.

Bölgenin serbest piyasaya yani kapitalist ilişki biçimlerine adapte edilmesi gerekiyordu. Bunun için Batılıların doğrudan devreye girmesi başta tepki çekebilirdi. Bu aşamada Türkiye kullanışlı olabilirdi. Nitekim gerek resmi gerekse sivil düzeyde Türkiye’ye sınırlı düzeyde bir alan açılacak. Bir tür teşrifat işleri “ağabey rolü” ile Türkiye’ye verilecekti. Ama bölgenin ekonomik ve siyasi yapılanmasına yaklaştırılmayacaktı bile. Gerek öğrenci getirilmesi gerekse Türkiye’nin namını yürütme adına açılan okulların bu çerçeveden öte bir misyonları yoktu.

Sonuç ne olursa olsun Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası belirsiz ortamında bu söylemin belli kesimlere yeni bir heyecan verirken, siyasiler de altyapısı olamayan söylemi iç politika malzemesi olarak kullandılar ve zamanla unutuldu.

Geriye dönüp bakıldığında tıpkı Ortadoğu’ya nizamat verme hevesine benzer bir sonuç ortaya çıktı. Sovyetler gitse de Rusya hala orda duruyordu üstelik kendini toparlamış olarak Türk cumhuriyetlerinin kapitalist ekonomi ile entegrasyonunda aslan payını alan almış Türkiye’ye küçük esnafın bölgeyi keşfi kalmıştı kazanç olarak.

Bu ülkeler kapitalizme entegre olurken yönetimlerin büyük kısmı eski Sovyet dikta mantığı ile yönetilmeye devam etti. Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan göreceli olarak daha açık bir rejime geçseler de Türkmenistan ve Özbekistan’da tek adam yönetimi eskiyi aratmayacak düzeyde

Ortadoğu’da dikta rejimlerinin dünya barışını tehdit ediyor oluşu gerekçesiyle hayli duyarlı entelijansiya nedense bu bölgedeki baskıcı rejimlere hayli duyarsızlar. “Orta Asya’nın İsviçre’si” olmaya talip Kırgızistan içlerinde en özgürlükçü siyasal yapıya sahip olmasına rağmen bir türlü istikrara kavuşamadı. Üstelik beklediği gibi de “Orta Asya’nın İsviçre’si”olmayı gerektirecek ne siyasi en de ekonomik yapı kurabildi. Hem ABD’nin hem Rusya’nın nüfuz yarışı arasında sıkışıp kaldı. Çin’e karşı Rusya’nın jeostratejik ağırlığının artmasına Batı’nın pek itirazı yok.

Kazakistan’daki demografik dengelerdeki Rus faktörü, Ukrayna’da yaşananlardan sonra bölünme sendromuna dönüşmüş görünüyor. Kazak elitler Rusya’nın kendini toparladıkça bölgede etkinliğini artıracağını ve elindeki kozları kullanacağı endişesini yaşıyor. Azerbaycan demokratik görüntülü bir diktatörlüğün başka türü olarak enerji kaynaklarına sahip olduğu müddetçe her türlü eleştiriden muaf olarak itibar görmeye devam edecek.

Bunlardan ayrı olarak içe kapalı tek adam yönetimine dönüşen Özbekistan ve Türkmenistan devlet şiddetinin tüm azametiyle devam ettiği kapalı rejim olarak kaldı. Nasıl olsa iktidarı elinde tutan şeflerin güçlerini korumaya yetecek doğal kaynakları vardı.

Tüm bunlar artık az çok bilinen gerçekler. Demirel söylemini artık hatırlayan yok. Burada sorun söylemin bir özleme karşılık gelmesi değil karşılığı olmayan bir söylemin gerçek sanılması. Türkiye’nin Orta Asya’yla ilgilenmesinden daha doğal ne olabilirdi?

Sorun şu ki ne bu sloganı cömertçe kullanıp, toplumu beklentiye sokanlar ne de buna inanmış görünenler durumun gerektirdiği hiç bir altyapıya sahip değillerdi. En önemlisi siyasiler kendilerine açılan alanın sahici olmadığının, bunun bir tür Amerika için saha çalışması misyonu olduğundan habersiz gibi davranmaları ya da bunu gerçek sanmaları.

Her şeye rağmen bu konuda samimi olunsaydı bugün “nerede kaldık” sorusu gündemde olurdu. “Nerede hata yaptık, eksik olan neydi ?”sorusu soruluyor ve bunun gerekleri yerine getiriliyor olurdu.

Ortadoğu’daki gelişmeler, dikta rejimlerinin doğası üzerinden İslamcılığı, ümmet düşüncesini idam etmeye çalışanların Orta Asya dikdatöryası söz konusu olduğunda derin sessizliği hayli anlamlıdır.

Söz gelimi Özbekistan’daki yönetim şekli bile diktatörün adıyla anılıyor. İslam Kerimov yönetimi.

Sovyet siyaset kültürünün doğrudan sonucu olan bu yönetimleri batılı siyaset felsefesinin de bir yansıması saymak gerekir.  Bu tespit bizi Sovyet ve Batı dünyasının ortak paradigmatik köklerine götürür ki sonuç Batı siyaset düşüncesiyle yüzleşmeyi gerektirir.

Bugün bölgede yaşanan insanlık sorunu Sovyet dönemini aratmayacak boyuttadır.  Sorun sadece rejim sorunuyla sınırlı değil. Siyasi muhalefet tamamen sindirildiği gibi Stalin dönemini hatırlatan bir baskı yönetimi olduğu gerçeği pek fazla kimsenin ilgisini çekmiyor. Bağımsızlıktan sonra üç defa seçim ve iki defa da anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı olan Kerimov’un meşruiyeti sorgulanmıyor. Şimdilerde altıncı kez ’ koltuğa oturmaya hazırlanıyor. Demokrasi adına bir tür çadır tiyatrosu oynanarak, karşısına çıkan rakip adayların Kerimov için oy istediği bir ülke söz konusu.

Muhalefet sindirilmiş, dünyanın dört bir tarafına dağılmış durumunda ve “özgür dünya”yı pek de ilgilendirmiyor bu durum.

Orta Asya örneği bize şunu ihtar ediyor: bu ülkenin kültürel hinterlandını siyasi ekonomik anlamda gerçekleştirebilecek vizyon ve araçlara ihtiyaç var. Batılıların açtığı alanın yine onlar tarafından belirleneceği, buna dayanarak sarfedilen büyük sözlerin anlamsız kalacağı… Türkiye’nin Orta Asya için yaşadığı tgecrübe Ortadoğu için de geçerlidir bu fark etmemenin bedeli çoğu kez çok ağır olabilir.

Bu gerçeği fark etmek edilgenleşmeyi, inisiyatif almamayı da gerektirmez ayrıca.

lgili YazlarDünya, Siyaset

Editr emreakif on February 12, 2015

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar

Bir Önceki Yaz: