Cemaat-parti ikilemi

Özellikle Ortadoğu’da modern seküler siyaset ortamında İslami hareketlerin siyaset yapma tecrübeleri uzun çapraşık bir süreçten geçti. İslami hareketlerin bir yanda toplumu dönüştürme ihya, tebliğ gibi kavramlar üzerinde inşa edilen insana, topluma yönelik çalışmalar sürdürüldü. Diğer tarafta sadece bireysel yaşayış ve ahlak ile sınırlı kalmayan İslamın değer hükümlerinin hayata geçirilmesi ilkesi de İslami hareketlerin alamet-i farikası oldu… Yani siyaset alanı, hayatın farklı alanlarına dair “İslam ne diyor”u gösterecek bir mücadele olarak belirginleşti.

Bu da doğrudan siyasetin, güç ilişkilerinin alanına girdiği için mevcut çoğu diktatöryal seküler sistemlerle yüzleşmeyi, ilişkilerini ona göre şekillendirmeyi gerektirdi. İslam dünyasının askeri ya da hanedan despotizmi, yahut tek parti diktatörlükleri altında toplumsal taleplerin siyasete doğal ve meşru yollardan aktarılamadığı, temsil edilemediği göz önüne alındığında İslami hareketlerin temel sorunlarının nelerden kaynaklandığı anlaşılır. Meşru taleplerin siyasette temsil imkanı bulamayan her toplumsal ve siyasal taraf gibi İslamcılar da çoğu kez bastırıldı, yeraltına itilmeye zorlandı.

Bu durumlarda siyasi söylemlerini korumakla beraber daha çok cemaat yapısı içinde genel İslami faaliyetler yürütüldü.

Cemaat ve politik yapının birbirinden ayrılmadığı bu muhalif hareketler baskı ve şiddete maruz kalmalarına rağmen toplumsal düzeyde, çoğunlukla geleneksel ilişki formları çerçevesinde varlıklarını sürdürdüler. Mesela İhvan Mısır’da çok kısa süreler haricinde hep yasadışı bir hareket olmasına rağmen en güçlü toplumsal hareket olarak her zaman etkinliğini hissettirdi. Yasadışı olmanın toplumdan ayrışmaya, provokasyonlara açık olmak gibi sakıncaları ancak sıkı bir cemaat örgütlenmesi ile aşılmaya çalışıldı.

Bunun aksine örnek olarak Pakistan’da aynı ideolojik kaynaktan beslenen Cemaat-i İslami ise hem cemaat hem siyasal parti olarak açık faaliyet imkanı buldu. Onun temel sorunu ise ne geleneksel anlamda cemaat ne de modern anlamda siyasal parti olamaması; ikisinin arasında kalmasıydı.

Arap Baharı ile Ortadoğu’daki tüm toplumsal-siyasal yapılar gibi İhvan kökenli İslami hareketler yeni bir durumla karşı karşıya kaldılar. Arap Baharı’nı tetikleyen ekonomik, siyasal yoksunluklar karşısında kitleleri sokağa döken baskı ve adaletsizliklere karşı bir isyandı. Ancak farklı kesimlerin içinde yer aldığı ayaklanmaların siyasal hedefleri açısından apolitik bir karakter gösterdi. “Mübarek gitsin”den öteye geçmeyen bir tepkisellikle sınırlı gösterilerin Müslüman Arap toplumlarının Batılı liberal değerlere ve küresel sisteme entegre edecek geçiş için yönlendirilmek istendiği daha sonraki gelişmelerde de net biçimde ortaya çıktı.

Yeni duruma hazırlıksız yakalanan Mısır İhvanı, önüne konan iktidar rüşveti karşısında adeta siyasal ve ideolojik sarsıntı yaşadı. Muhalefet yapmaya ve yatay toplumsal çalışmalara ayarlı yapısı karşısında aktif siyasete geçiş sürecinde hem gelişmeleri okuyamadı hem de süreci yönetmekte zorlandı.

Güç ve iktidarını elden çıkarmayan “derin Mübarek sistemi” Müslüman Kardeşleri adeta tuzağa düşürmeyi başardı. Hem Mısır hem Tunus’ta asıl sarsıntı hareketin içinde yaşanacaktır. Mısır’da darbe sonrası eski günlere dönerek içe kapanan yasaklanan İhvan baskı ve işkence ile tanıdıkları rejimin demir yumruğu karşısında ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Mısır’daki kısa süreli demokrasi deneyimi bir yana Tunus’ta eski günler geride kalsa da Nahda hareketi tek başına toplumsal ve siyasal yapıyı dönüştürecek güçte değildi. Jakoben laikçi elit kaybettiği gücünü bu kez bürokratik oligarşiyi yedeğine alarak yeni dönemde de sürdürdü; İslamcılarla bir arada yaşamak zorunda kaldı. Nahda rejimin doğasını okuyarak toplumsal çatışmaya meydan vermeyecek bir strateji izledi.

Yeni dönemde Nahda’nın siyasi programının, ideolojik söyleminin ne olacağını entelektüel birikimi ile herkesin tanıdığı Gannuşi’nin sürgünden döndüğü andan itibaren yaptığı açıklamalar yeterince ipucu verdi. Demokrasiye bağlılık vurgusunun yanısıra “ İslami çözüm” sloganı yerine “İslam çözümün parçasıdır “ ifadesine terk eden bir kırılma yaşadı.

Gelinen noktada partinin İslamcılık iddiasından vazgeçtiği resmen deklere edilerek mevcut sistem içinde partilerden bir parti olma kararı verdiği anlaşılıyor. Bunu son kongrede genel başkan olarak tekrar seçilen Gannuşi’nin basına verdiği açıklamaları da teyit ediyor.

Değişim siyasi programla sınırlı kalmayarak yapısal boyut kazandı. Buna göre İslami hareketi oluşturan ana gövde olarak cemaatle siyasal uzantısı olan parti birbirinden ayrılacaktı. Bu yeni durum Ortadoğu’daki tüm İslami hareketler için yol ayrımı anlamına geliyor. Bu gelişme nasıl anlaşılmalı? Seküler bir siyasal ortamda siyaset yapan bir yapının İslami söylemlerinin sekülerleştirilmesi tehlikesine karşı bir çözüm gibi görünüyor. Cemaat kendi dilini, hedefini, programını korumak kaydıyla, reel politik zeminde faaliyet gösteren partinin bağlayıcılığından, kurtulmuş oluyor. Siyasal parti pratik alanda partilerden bir parti olarak aktif olacak ama cemaatin çizgisini, yapısını belirlemeyecek.

Diğer tarafta İslamcılık iddiası olmayan yasal bir partinin mevcut düzende toplumsal talepleri siyasete taşıcı bir işlev görmesi hedeflendiği anlaşılıyor. Bu durum Pakistan Cemaat-i İslami örneğinin içinden çıkamadığı açmazın ara formülü gibi okunabilir. Ancak Pakistan’da zaten söylem düzeyinde bir sorun görünmüyordu… Sorun yapısal olarak geleneksel cemaat yapı ve faaliyetlerinin siyasette nasıl temsil edeceği ile ilgili daha çok.

Tunus gibi seküler elitin baskıcı yönetimleri altında Müslüman bir toplumun taleplerinin siyasete taşımaya çalışan İslami hareketin içinden gelen partileşeme olgusundan söz ediyoruz.

Tüm bunlar pratik düzeyde tartışılabilir tecrübeler gibi görünse de temel açmaz söylem ve siyasal hedefin tutarlılığı noktasında ortaya çıkıyor. İslami Hareketle özdeşleşmiş bir liderin kendini cemaat dışında tutup siyasal parti adına da olsa İslamcılıktan vazgeçtiğini söyleme lüksü yok. Kaldı ki bunun taktiksel bir söylemden ibaret olmadığına dair çokça emare var. Apolitik bir devrim denemesi olarak Arap Baharı’nın en ideolojik sonucu kimi İslami Hareket önderlerinin ve benzer dili benimsemiş olmalarıdır. “Demokrasiye inanmak, İslamcı değil Müslüman demokrat” türünden yapılan açıklamaların siyasal muhtevası, felsefi arka planı düşünüldüğünde gelinen noktanın Arap toplumlarını sisteme entegre etmeyi hedefleyen Arap Baharı’nın bu yönüyle amacına ulaştığını gösterir. Üstelik iktidarı da vermeden söylemi değiştiren bir sürece tanıklık ediyoruz.

İslami hedef ve dil bakımından siyasi alanla birlikte toplumun da dönüştürülmesinin hedeflendiği projede parti-cemaat ayrışmasında cemaatin mi korunacağı yoksa partinin cemaati mi şekillendireceğini zaman gösterecek. Yoksa şeylerden bir şey olarak siyasi partilerin cemaati rehin almasının önlenmesi önemli bir gelişme olarak okunabilir/di.

lgili YazlarDünya, Düşünce

Editr emreakif on May 24, 2016

Etiket: , ,

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar