Cemaat, siyaset, STK açmazı

İslam dünyasında İslami hareketlerin temel çelişkilerinden biri, özellikle geleneksel anlamda cemaat olmakla modern anlamda siyasal parti olmak arasında yaşanıyor. Bundan bir müddet evvel Pakistan’daki Cemaat-i İslami örneğinden hareketle Mısır-İhvan-siyaset ilişkisinin benzer süreçlerden, sıkıntılardan geçişine değinmiştim.

İslam adına her tür yapılanmanın yasal olduğu bir ülke olarak Pakistan ile İslami hareketlerin baskı altına alındığı siyasal uygulamalara tanık olan Mısır farklı tecrübeler geliştirdi. Mısır’da bu durum geçiş dönemi yaşanmadan çökmüş oldu şimdilik. Vesayet rejimi, kendi kontrolünün dışındaki İslami hareketleri yer altına itmeye karar vermiş görünüyor.

Türkiye’de ise durum daha farklı. Geleneksel anlamda cemaat yapılanmaları, pratik uygulamalar ne olursa olsun, hala yasa dışı sayılıyor ve bunların kendilerini birer STK’ya dönüştürdüğü görülüyor. Başka bir ifadeyle; geleneksel anlamda cemaat yapılanmalarını sürdürebilmeleri, görünür olabilmeleri, toplumsallaşabilmeleri ve kamusal alana açılabilmeleri ancak STK etiketi altında mümkün olabiliyor.

STK tartışmalarının yoğun yaşandığı yıllarda yapıldığı gibi, Osmanlı toplumunda sivil topluma tarihsel köken bulmak amacıyla tarikatlara işaret edilerek, ‘ödünç yaklaşımın’ tipik göstergesi olarak hatırlamakta yarar var. Geleneğin şekillendirdiği Osmanlı’ya özel şartlarda devletle ilişkileri tanımlanmış tarikatların STK olarak anılması, zihin karışıklığı kadar adaptasyonun meşruiyetinin kaynakları açısından da ilginçtir. Sivil toplumun Batılı anlamı, Hegelyen kökleri bir yana; tekkelerin devlet denetiminde olduğu, şeyhlerin icazetlerinin devlet eliyle verildiği, hepsinden önemlisi farklı insan ve toplum tasavvurlarının sonucu ortaya çıkan bu yapılar STK’ya nasıl indirgenebilirdi. STK çerçevesinden cemaatler anlaşılamayacağı gibi cemaatler, özellikle Nakşilik anlaşılmadan da bu topraklara ait ne İslam kültürü anlaşılabilir ne de siyaset.

Özellikle post modern darbe sürecinde baskılara maruz kalan yahut muhtemel baskıları göğüslemek gerekçesiyle STK formunda kendini takdim eden yapılanmalar zamanla bu gömleği hayli benimsemiş görünüyor. Cemaatlerin birer STK haline dönüşmesi sadece birer zorunluluk olmaktan çıkmış benimsenen forma dönüştü adeta.

Türkiye’ye özgü olan durum ise, cemaatlerin STK ile siyaset arasına sıkışmaları durumudur. Bir kısmı siyasete doğrudan müdahil olmadan, siyasete destek vererek ve siyasetin desteğini elde etme stratejisini sürdürdü. Önemli kısmı ekonomik hayatta etkinleşirken siyaseti belirlemek yerine siyasete pasif destekle varlığını sürdürmeyi tercih edecekti. Önemli kısmının, sağ partilerle kurduğu edilgen siyasete karşın, aktif iktisadi faaliyetleri öne çıktı. Sosyal hayatta ise artık birer STK olarak görünmeyi, hatta bu misyonu benimsemeyi yeğleyeceklerdi.

Son günlerde yaşanan siyaset, cemaat, STK ilişkisine dair kriz ise hiçbir zaman geleneksel cemaat olmayı benimsememiş bir yapının üzerine sivil toplum elbisesi dar gelerek özellikle siyasette aktif, belirleyici olma talebiyle alakalıdır.

Sivil toplum kurumu olarak siyasette, ekonomide etkin olmanın ne kadar mümkün olduğu, mümkün olursa bunun adının sivil toplum olamayacağı ayrı bir konu. Ancak yaşanan siyaset-cemaat geriliminin her iki taraf için de zehirleyici bir boyutu var.

Bir yanda ‘artık devlet vesayetten kurtuldu’ gerekçesiyle ‘devlete itaati’ esas alan bir dille herkesin kendi sınırlarına çekilmesini isteyen yapı… Diğer tarafta siyasal risk almadan devleti şekillendirme talebindeki sivil toplum yahut cemaat yapılanmaları…

Her ikisinde de devleti, gücü, merkeze alan bir maddî/ci/lik, seküler muhteva kendini gösteriyor. Seküler siyasetin doğası ile cemaat ruhunun önerdiği insan tipi, toplum modelinin Müslüman zihninde doğurduğu derin yırtılmadan söz ediyoruz.

Bir yanda devletle bu zamana kadar mesafeli olan kesimlerin hangi gerekçe ile bu mesafeyi yok saydıkları sorusu ortada dururken, diğer tarafta siyasete karşı kullanılan dil ve devlet-içi mücadelede kullanılan yöntemler cemaat, sivil toplum ve siyaset kıskacındaki kitleleri sekülerleştirmektedir. Muhafazakarlık (cemaat ve sivil yapılar dahil) post-Kemalist dönemde devletin etkin unsuru haline gelirken kitleler daha da sekülerleşip sistemle aralarındaki çelişkinin üstüne şal atmış oluyorlar.

İslam dünyasında görülen modelin Türkiye uyarlamasında, geleneksel anlamda cemaat ya da modern anlamda siyasal parti çelişkisine STK olamama çelişkisi ekleniyor.

lgili YazlarDüşünce, Siyaset

Editr emreakif on December 10, 2013

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar