Darbe etkisi: Söylem bozumu
Müslümanca duyarlılığı olan kitlelerin, örgütlü yapıların, geleneksel cemaatlerin devletle kurdukları ilişkinin mahiyeti; biraz da devleti nasıl tanımladıklarıyla ve devlete şekil veren ilkeler-ideolojik muhteva karşısındaki tutumlarıyla alakalıdır. Cumhuriyete kadar gelen devlet fikri, daha çok hilafetle bütünleşmeden kaynaklanan bir kutsama, gerektiğinde adanmışlık halidir.
Osmanlı Ä°slamcılarının daha çok Batı’dan gelen modernleÅŸmenin meydan okumasına ve sömürgeciliÄŸin tasallutuna karşı yoÄŸunlaÅŸmaları, muhtemelen devletle en azından retorik olarak aralarında mesafe olmamasındandı. EleÅŸtirel olsalar bile dinle bütünleÅŸtirdikleri bir devletin bekası sorunu öncelikliydi.
Yakın dönemde Ä°slamcılığın ‘siyasal Ä°slam’ olarak algılanması ise sömürgecilikten çok siyasal sisteme dair sorunların öne çıkmasıyla ve Batı uygarlığı ile hesaplaÅŸmanın siyasal hesaplaÅŸmadan geçtiÄŸi bir öncelikle yakından alakalıdır. Siyasal tasarımın toplumsal olanla doÄŸrudan iliÅŸkili olması ve salt teorik bir tespit ya da tercih olmaktan öte bizatihi hayatın pratiÄŸi olması bu algıyı dayatmıştı. ‘Müslümanca nasıl yaÅŸanır’ sorusuna verilen cevapların merkezinde yer alan siyasal boyut…
Bugünlerde yaşadığımız çatışma; -ister siyasal parti, ister farklı yapılanma düzeyinde olsun- tarafları ve görüntüleri ne olursa olsun, Müslümanca kaygıları olan kesimler adına öne çıkan yapıların devletle kurdukları ilişkinin söylemsel düzeyde çatlamasından ibaret.
Bir önceki yazıda belirttiÄŸim, devletin içinde sürekliliÄŸi olan üç ana akımdan, yani Türkçülük, Batıcılık ve ‘Ä°slamcılık’ sacayağından biri ilk kez belirgin bir farkla devlet politikalarıyla özdeÅŸleÅŸti; yönetilemez hale gelen devlet, toplumsal tabanı olan bu kesimin önünü açtı yahut uzlaÅŸtı. Muhafazakar, Müslümanlığa dair kaygıları olan, ama doktriner anlamda Ä°slamcılıkla arasına mesafe koyan yapılar ilk kez kısmen devlette, en azından hükümette belirleyici oldular. Bu belirleyiciliÄŸin nesnel ÅŸartları ne olursa olsun Ä°slamcıların siyasal tasarımlarını referans almadan devletin küresel trende uyumu, neo-liberal döneme geçiÅŸi bu iktidar alanının açılması karşılığında gerçekleÅŸtirildi.
Ak Parti’nin devraldığı siyasal miras ile neo-NurculuÄŸun -siyasal olarak farklı mecralarda akmış olmasına raÄŸmen- bu projede buluÅŸmuÅŸ olması, devletin kendini dönüştürürken seçkinci azınlık yerine toplumsal meÅŸruiyeti olan kesimleri sisteme dahil etmesi, DP döneminden bu tarafa en önemli dönüşümü iÅŸaret ediyordu. Ä°slamcıların muhalif tavırlarına raÄŸmen devletle girilen bu yeni muhafazakar iliÅŸki biçimi anlaşılmadan ‘darbe teÅŸebbüsü’nün doÄŸuracağı sonuçlar anlaşılamaz… Zira sistemin doÄŸasının mı deÄŸiÅŸtiÄŸi yoksa sistem içi erk/ler, seçkinler deÄŸiÅŸimi mi yaÅŸandığı sorusu bu süreci doÄŸru okumaya yardım edecektir.
Bir yanda Ak Parti’nin ÅŸemsiyesi altında toplanmış geniÅŸ muhafazakar kitle ve dini kaygıları olan geleneksel cemaatler, diÄŸer tarafta neo-Nurcu akımın temsili yapısı… Adeta ortadan ikiye ayrılmış görünen bu yapılanma ile aslında en az 1970’lerin başına geri dönülmüş oldu.
Temel sorun ÅŸurada; bir yanda iktidar oyununda neo-liberal politikalar muhafazakar biçim içinde dünyevileÅŸen Müslümanlar tarafından hayata geçirilirken, yine dünyevi iktidar kavgası adına bunların ikiye bölünmeleri ve çıkış amaçları ile kavga nedenleri arasındaki açmaz…
YaÅŸanılanların uluslararası boyutu da olan siyasal bir dizayn olduÄŸu çok açık. Ne var ki, gerekçeleri ne olursa olsun ithamlara karşı geliÅŸtirilen dil, ‘darbe’den daha darbe vurucu, bilinçleri yaralayıcı, vicdanları kanatıcı sonuçlar doÄŸurabilir.
Her iki taraf da haklı türünden romantik bir yaklaşımdan bahsetmiyorum elbette. Sorun, siyasal angajmanları ne olursa olsun, Müslümanların siyasetle kurdukları ilişkiye dair ve siyasetteki sorunlarını çözme yöntemlerine dair kısa vadeli kazanç uğruna uzun vadeli bilinç kaymasına yol açacak bir dil, söylem bozulmasıdır.
İktidar sürecinde muhafazakâr örgütlü yapıların ve mensuplarının pratikte daha çok dünyevileştiğini, sekülerleşme trendinin arttığını dışarıdan gözlemleyebiliyoruz. Üstü kapalı sekülerleşme söyleminin, siyasetin çürütücü yanının ve gücün baştan çıkarıcı tesirinin zihinsel kırılma oluşturması kaçınılmazdı.
Yapılan ithamlar bir yanda geniÅŸ halk kitlelerinin Müslümanlık algısında hasar oluÅŸtururken diÄŸer tarafta seküler çözümlerin, profan laikçi tasarımın tedavüle sokulmaya baÅŸlamasının iÅŸaretleri ÅŸimdiden belirdi. Devletin deÄŸiÅŸmeyen mahiyeti olarak iÅŸaretlediÄŸimiz bir husus olarak, medya üzerinden toplum katında ‘yeni Atatürkçülük’ dalgasına dönüştürülmek isteniyor.
Herkesin adeta rollerinin deÄŸiÅŸtiÄŸi, en başından sonuna kadar çeliÅŸkiler yumağı haline geldiÄŸi bu hengamede Müslüman zihinlerde devlet, siyasete dair deÄŸerlerde kırılma yaÅŸanırken gelecek tasavvurunun, bir teklif olarak Ä°slam’dan beslenen hakkaniyet, adalet duygusunun törpülenmesi, pragmatizmin girdabında toplumun ufkunun kararma ihtimali çok yüksek.
Şimdiden sekülerleşmeyi bir alternatif olarak dillendirmeye başlayanları gördükçe güç kaybından önce asıl zihinsel aşınmaya, kırılmaya yoğunlaşıp geç olmadan vicdanları durulamanın vakti gelmiştir.
Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset
Editör emreakif on December 31, 2013