Devrim Fidel’iği
Batılı modern paradigma içinde bir cüz olarak Marksizm belli zaman ve coÄŸrafyalarda yükselen deÄŸer olmasını bildi. Alternatif bir sistem olarak Kapitalizme karşıt itirazları, Marks’in sisteme dair çözümlemeleri hala önemini korur. Ne var ki Marksizmin Kapitalist dünyaya baÅŸkaldırması, itirazı onu modernlik parantezinden kurtarmaz. Sonuçta alternatif bir paradigma sunmaz ama paradigma içi muhalefeti üstlenir.
Küba devrimini gerçekleÅŸtiren Fidel Castro’nun ölümü nostalji ile hayal kırıklığının romantik hayıflanışları arasında gümdeme geldi. Sahici bir tartışmadan çok devrimci sol romantizmin esintilerini, buna karşı saÄŸ tepkileri okuduk. Karşı çıkışlar da paradigmatik bir eleÅŸtiriden çok politik düzeyde eleÅŸtirilerle sınırlıydı. Ãœstelik eleÅŸtirenler de devrimci romantizmle ikonlaÅŸtıranlar da hayat tarzları, önerdikleri insan tipi baıkımından temel tekliflerinde farklılaÅŸmadıkları gibi mevcut hayat tarzlarını sorgulamak gibi bir niyetleri de yok.
Castro’nun Amerika’nın burnunun dibinde bir diktatörü devirip devrim gerçekleÅŸtirmesinin etkileri bugünlere kadar gelen bir heyecan dalgası oluÅŸturduÄŸu muhakkak. Her devrim gibi sembolik temsil deÄŸeri hayli yüksek, popüler bir ikon inÅŸa etmesi de yeni bir olgu deÄŸildi. Ãœstelik batılı sömürge imparatorluklarının çözüldüğü post kolonyalizm sürecinde direniÅŸ ve bağımsızlık mücadelelerine verdiÄŸi destek de Batı dışı-karşıtı dünyada yankı bulacaktı.
Asıl sorun, Küba gibi küçük bir ülkenin anti emperyalizm adına verdiği mücadele ile popüleritesi arasında sahicilik ilişkisinin, gerçeklik payının ne olduğu hususudur.
Küba’da nasıl bir ‘özgürlükler cenneti’ inÅŸa ettiÄŸi, neden dünyaya kapandığı, tek adam diktasının devrimci romantizmle nasıl meÅŸrulaÅŸtırıldığı gibi soruları ayrı tutalım. Marksist hareketlerin, sömürgecilik karşıtı mücadeleler içinde neden Castro gibi isimlerin öne çıkarıldığı ve bunun bizzat popüler kültür endüstrisince meta haline getirilebildiÄŸi sorusu da atlanmamalı.
Özellikle Türkye’de saÄŸcı yaklaşımların her türden muhalif, batı özellikle Amerikan karşıtı söylem ve eylemlere duyduÄŸu allerjik tepkiyi bir kenara bırakarak Castro, Che gibi devrimci romantizminin dünyadaki etkisi hafife alınamaz. Ancak bu dalganın mahiyeti ve paradigma içi neye karşılık geldiÄŸinin de doÄŸru okunması gerekir.
Bu noktada iki temel etkene dikkat çekmek gerekir. İlki, batılı muhalif ve sol aydınların imaj oluşumundaki etkisi. İkincisi Sovyet imparatorluğu adına eskort rolü oynayan bir devrimci ikon olarak anlamı.
İlkinden başlayalım: İkinci dünya savaşı sonrası batılı entelijansiyanın içine girdiği düşünsel krizin bir sonucu sol, eleştirel yaklaşımların payı üzerinde düşünmeden bu ikonik devrimci sembolizmi anlaşılmaz. Kapitalizm karşıtlığını bile pazarlayan bir piyasa ekonomisinde Batı toplumları için reel bir tehdit olmayan devrimcilerin popülerleştirilmesinde bir sakınca olamazdı. Andre Malroux gibi Sartre gibi aydınların etkisini yadsıyarak silahlı devrimci ikonların Batı başkentlerindeki posterlerden öteye geçmeyen görünürlükleri anlaşılamaz.
Asıl sorun Sovyet imparatorluÄŸunun yedeÄŸinde silahlı devrimci mücadele adına bu ikonik liderlere verilen misyon… Post kolonyal dönemin SoÄŸuk SavaÅŸ ÅŸartlarına geçiÅŸte verilen nufuz yarışında Sovyet sömürgeciliÄŸi yok sayarak yükseltilen anti emperyalist söylemin mahiyeti anlaşılamaz. Amrikan sömürüsüne karşı çıkarken kızıl emperyalizmin yok sayılması Batılı sol aydınların entelektüel romantizmleri sayesindedir.
Bu bağlamda, Küba örneğinde, sömürgecilik karşıtı bağımsızlık mücadelelerinde Sovyet eskortluğundan ileri gidemeyen, direniş destanı icat edilmiştir.
Castro örneğinde, reel karşılığı ne olursa olsun verdiği mesaj ve içerdiği romantizm, kendi gerçekliğinden çok popüler kültür endüstrisinin bir unsuru haline gelmesi nedeniyle paradigman içi mücadelenin bir ironisinden başka bir şey değil.
Ýlgili YazýlarDünya
Editör emreakif on November 30, 2016