Dil kılıçtan keskindir
Dil içimizin aynasıdır.
Dile getirilen şey, dile getiriliş biçiminden ayrı düşünülemez. Hakikat, biraz da hakikatin taşıyıcısına bakılarak değerlendirilir.
Son günlerde siyasal rekabet, iktidar mücadelesi olarak yorumlanacak bir tartışma, daha doÄŸrusu dershaneler konusunda sergilenen iki farklı tavır ciddi bir kamplaÅŸmanın iÅŸaretlerini veriyor. Siyasetin bu yönde aldığı söylenen muhtemel bir karar Cemaat’i ve çevresindeki sosyal yapıyı rahatsız etmiÅŸ görünüyor. Her iki tarafın da argümanları farklı.
Kimin nerede durduğu, hangi kararın ne kadar haklı olduğundan çok asıl farklılaşmanın siyasette, siyaset etme biçimlerinde yaşandığını ve dershane konusunun bunun dışa vurumu olduğunu düşünüyorum.
Gerekçe ne olursa olsun, henüz netleşmemiş bir karar taslağı ve buna karşı geliştirilen tepkiler var. Yine gerekçesi ne olursa olsun ve bu taslak nasıl şekillenirse şekillensin şimdiden yaşanan kamplaşmanın, ayrışmanın olayın çıkışından farklı bir mecraya akma ihtimali büyük.
Tarafların birbirine karşı kullandığı dil ve üslup, ne yönde sonuçlanırsa sonuçlansın umulan faydayı şimdiden yok etme ihtimali gösteriyor.
Bahsettiğim fiili bir sosyal çatışma değil elbet. Söz konusu olan yüreklerde açılmaya başlayan dil yaresi. Sözün şehvetine kapılarak sarf edilen her ifade belki birilerinin içini rahatlatabilir, muhatabının içini ok gibi delip geçerek kelamın zaferini ilan edebilir. Bu anlık zaferin pişman olacağınız, yarın yüzünüzü yere eğmenize neden olacak, sizi utandıracak bir hatıraya dönüşmesi mukadderdir.
İki taraf arasında yaşanan bir anlaşmazlıkta, kim ne kadar haklı olursa olsun, kullanılacak dil bellidir. Kaldı ki, iki Müslümanın farklı siyasal tercihlerinden, projelerinden, cemaatlerinin tercihlerinden dolayı birbirlerini itham etme özgürlüklerinin sınırı da bellidir.
Hak bildiğimizi savunurken karşımızdaki Müslümanın da hakikat bilgisini ihmal ederek konuşma özgürlüğümüz var mı? Doğru bildiğini savunmak, her insanın en temel insani hakkıdır. Söz konusu Müslümansa karşısındaki Müslümanın yanılma ihtimali olsa bile bu hakkını çekme hakkı yoktur. Hakikat dairesinde hakkını savun ama itham etme!
Hayatında hiçbir risk almamış, çile çekmemiş, kanı kaynayan, kendi konumunu dünyanın merkezine yerleştiren, cemaat ya da parti militanlığına soyunan bıçkın tavırların sahibinin maneviyatına zarar vermekle kalmayıp sosyal doluyu, ilişkileri parçalayacağı bir ateşi körükleyebileceğini düşünemezler mi? Heyecanı, tarafgirliği aklını teslim almış olanlar düşünemezse onlara yol gösterme durumundaki üstadlar, amirler, büyükler buna nasıl izin verir?
Kemal yaşına erişmemiş yazarların adeta öfke, kan ve kin akan sözlerinin ne türden yaralar açtığını kimse hesap etmiyor mu?
Siyasal hiç bir risk almamış, sürekli korunmayla bir yerlere gelmiş, kendisinde bir camia adına konuşma cesaret ve yetkisini gören gazeteciler, yazarlar heyecanlarına, öfkelerine hakim olamıyorsa onlara başka Müslümanların, farklı tercihteki insanlara nasıl davranılacağının adabı, edebi verilmiyor mu?
Yahut bağışlanmış resmi konumlarının dışında risk almamış, kendi adına bir başarıya imza atmamış insanlar, arkalarında taşıdığı sorumluluk alanını da riske atarak geri dönüşü olmayan ithamlarda bulunma hakkını kendilerinde bulmamalı. Dil öfkesinin ateşi akıl ve basireti yakmadan bu küçük adamlardan, birileri vakit geçmeden hesap sormalı.
Dil kılıçtan keskindir. Hele bu yazı dili ise daha da acıtır. Ve yarınlara kalan bir belge olarak hafızamızdaki derin izleri gibi telafisi imkansız pişmanlıklara neden olabilir.
Pek çok ayrışmada olduğu gibi, her kim hangi konum ve tarafta olursa olsun, her şeyden önce hak bildiğini savunmanın adabını öğrenmeli. Bir Müslümanı itham etmenin bedelinin ne olduğunu, nasıl hesap vereceğini iyice tartıp düşünmeli. Haklı olsa da, doğru sözü her yerde söylemenin her zaman doğru olmayacağını unutmadan yazmalı. Senin doğru bildiğin bir konuda farklı düşünen birinin, inancı ne olursa olsun başkasının, hele bir Müslümanın da haklı gerekçeleri olacağını düşünerek söze girmeli.
Ä°lkeleri, doÄŸruları sonuna kadar savun; yanlışı göster, hakkı yüksekte tut ama kiÅŸiselleÅŸtirmeden, sınırını bilerek! Unutmayalım ki, edep hadde riayettir. En büyük edep de ‘ilahi had’dir.
Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset
Editör emreakif on November 19, 2013