Dinde iki farklı protestanlaşma
Memleketin nasıl bir ruh halinde olduğunu anlamak için dün gazetelerde yer alan bir haber son derece sarsıcı geldi bana. Olay Muş’ta geçiyor. Her biri iki ve beş yaşlarında iki çocuk sahibi anne, internet ortamında veya başka vesilelerle IŞİD ile temasa geçiyor. Etkileniyor ve bunu eşinin fark etmesi üzerine çocuklarıyla beraber sınırı geçip örgüte katılıyor. Sonrası malum; pişmanlıklar… Polis memuru olan eşinin çabalarıyla çocukların kurtarılması, işin polisiye tarafı. İki çocuk sahibi bir annenin çocuklarını alarak gayrı resmi yollardan savaş bölgesine geçmesi ve bir örgüte katılma kararı vermesi…
Hayret verici bu olayın bizatihi nasıl gerçekleştiği değil, bir annenin çocuklarını da ateş çemberinin içine sokacak şekilde böyle bir eyleme kalkışmasını sağlayan motivasyonun ne olduğu üzerinde durmalı. Eğer haber doğru ise, Müslüman bir kadının aldığı kararla eşini terk edip cocuklarıyla örgüte katılmasının dini açıdan problemli yanları, ayrıca düşünülmesi gereken bir husus. Nasıl bir dini terbiyedir ki, dine rağmen din adına evini terk edip çocuklarını bile tehlike altına atabiliyor.
Tek başına macera arayışından farklı bir şey olsa gerek. Burada dini anlamda adanmışlıkla dinin anlaşılması arasındaki gerilim hattı kesişiyor.
Son derece yeni bir din anlayışı ile karşı karşıyayız. Bir yanda toplumsal çürüme, haksızlık, din adına ve dine rağmen yapılanlardan, İslami sorumluluğa ve bakış açısına sahip her Müslüman rahatsız olur, bunların düzeltilmesi için kendini sorumlu tutar. Bu anlamda kötülüğü düzeltmekle sorumlu her Müslümandan beklenen tavırdır.
Diğer tarafta; kötülüğün tanımı ve bunun düzeltilmesi için Müslümanca sorumluluğun neyi yapıp neleri yapmamayı gerektirdiği hususunda, gerek geniş anlamda Ortadoğu’da ortaya çıkan örgütsel yapıların din anlayışı, gerekse evini terk ederek tek başına dünyaya savaş açmaya hazır bireysel din anlayışı son derece modern bir olgu.
Dinin protestanlaşması tam da bu duruma denk geliyor. Dini öğrenme, dini anlama, dinden hüküm çıkarma hususunda yaşanan anomi hali toplumsal bir kırılmaya, zihinsel bir çöküşe götürmesinin alametlerini, tezahürlerini yaşıyoruz.
Dinin kaynaklarından anlaşılması, doğru hüküm çıkarılması hususunda usul/yöntem, ilmi birikimden mahrum olarak “kaynağına inme” iddiası her şeyden önce herkesin kendi kafasına göre bir din icadına götürür.
Bu aşamada ilk göze çarpan ve özellikle gençlere cazip gelen basit Arapça bilgisinden bile mahrum olarak hüküm çıkarmaya yönelmek; herkesin kendine göre anladığı, yaşadığı, referanssız, usulsüz birçok din anlayışlarının çıkmasına sebep olur ve olmakta.
Oysa İslam medeniyeti, Kuran ve hadis ilimleriyle ve hayatın sorunlarına dinamik çözümler üreten fıkhın kuşatıcı rehberliğinde, müthiş bir çabayla disiplinize edilmiş bir ilmi birikim, bir hayat tarzı oluşturdu. Tüm bunları atlayarak düz Meal üzerinden “benim anladığıma göre” diye başlayan din anlayışı aslında tam da ilk dönem Cumhuriyet elitlerinin yapmak istediği modern din anlayışı ile örtüşür. Modernist ve rasyonalist ilahiyatçı/akademisyenlerin eliyle herkesi memnun eden, hiç bir yasağı, nehyi olmayan, çağa uydurulmuş bir din anlayışı yaygınlaştırılmaya ve böylece din sekülerize edilmeye çalışılıyordu. Aynı yöntemin din adına dinin yolunu kesecek, şiddete meyyal, ham, kaba, yobaz bir tipi üreteceğini varsaymıyorlardı herhalde..
Ortaya çıkan şiddet örgütleri nedeniyle dini ve bin dört yüz yıllık İslami birikimi suçlayan seküler ve modernist anlayış, bir yönüyle sorumlusu olduğu bu gelişmeler karşısında faturayı tahrip ettiği dine keserek kendisiyle yüzleşmekten kaçıyor.
Geleneğin hayatın dinamizmine cevap üretemez hale getirilmesinin bir yanda nihilist bir reddiyecilikle her Müslümanı tekfir eden, diğer tarafta dini modern hayata uyduran ve hayatta hiç bir etkinliği olmayan mistik bir tatmin aracına indirgeyen anlayışla sonuçlanması kaçınılmaz.
Dini hayatı, dini düşünceyi canlı kılacak, bunun tedrisatını yapacak kurumlar ortadan kalktığında yüzlerce yılın birikimi raflarda tozlanır. Okuyacak, anlayacak, yeniden üretecek akıl, basiret, ilim ve hikmet sahibi ‘alim tipi’ de hayattan çekilince herkesin kendi anlayışına göre din çıkarması kaçınılmazdır.
Din adına kendi dinini icat edenler bunca birikimi atlayıp ilmin ve ulemanın önceliğini yok sayarak protestanlaşmış bir din ortaya koyuyor. Diğer tarafta yine dini birikimi yok sayarak dini kendi heva ve hevesine göre çağdaşlaştıranların kalkış yöntemi de aynıdır.
Afganistan’da İslam medeniyeti tarihi boyunca kimsenin aklına gelmeyen Buda heykellerinin din adına yıkılması ile Musul’da müzedeki heykelleri kıran tiplerin neden bugünlerde ortaya çıktığını düşünmek lazım değil mi?
Modern insan ve toplum modeli uğruna Müslüman ülkelerdeki dayatmacı seküler politikaların İslam medeniyetinin muhteşem ilmî birikimini ve insanlığa kazandırdığı alim prototipini imha eden projesi, profanlaşmış bir din üretti. Profan din anlayışı modern toplum uğruna sadece seküler bireyler üretmedi; aynı zamanda dini kendi sıg anlayışına sıkıştıran farklı bir profanlık/nihilist bir tekfircilik üretti. Yüzleştiğimiz insan tipi budur.
Editr emreakif on March 3, 2015