Dogmadan kurtulmuş boşluklu toplum
Her türlü dogmadan kurtulup özgür birey olmak…
Ne kadar fiyakalı duruyor bu ifade.
Köhnemiş adetleri, tutucu gelenekleri atacak, özgürlüğün önünde birer pranga olan hurafelerden kurtulacak, insan düşüncesine ket vuran, baskılayan her türü dini düşünceden sıyrılarak özgürleşecektik.
Böyle diyordu çağdaş hümanist akıl. Özgür birey olmak, kendini gerçekleştirmek için her tür dogmadan kurtulmak gerekiyordu ilkin. Ancak bu şekilde hayata, insanlara, evrene sevecenlikle yaklaşabilir, bilimin ışığında toplumların/bireylerin mutlu olduğu bir dünya gerçekleşebilirdi. Batılı, reform yapmış dini bilme, aydınlanma aklına, çağın gereklerine göre düzenlemiş, skolastik düşünceleri terk etmiş modern-bilimsel uygarlığa ancak böyle çıkabilmişti. Bu sayede ilimin ışığında ilerlemeye katkı sunar hale gelmişti!
Din ve gelenekler tümden ortada kalkmasa da isteyen istediğini istediği gibi kabul eder, akla uymayanı atar, ihtiyac halinde kendi yorumuna göre bir inanca tutunurdu…
Biz Doğu toplumlarında zaten son derece katı, baskıcı geleneklerin kıskacında ne birey olabiliyor ne özgür düşünce gelişiyordu. Bir yandan geri bırakan, rasyonel aklın kabul etmediği dini inançlar toplumu baskılıyor, erkek egemen bir anlayış ve yorumla kadınlar ezildikçe eziliyordu… Kadının özgürleşmesi, erkek egemenliğinin sembolü örtüyü atmasına bağlıydı mesela.
Bu geçmişi lanetleme söylemi bilimden sanata, siyasetten kültüre tiyatral bir gösteriye dönüşecektir. Öyle ki entelektüel olmanın amentüsü, sosyal alanda itibar kazanmanın dilekçe cümlesi haline gelmişti. Önce geçmişi, geleneği, adeti, dini hasılı yerleşik tüm değerleri dogma parantezine alıp, bunlardan ne kadar azade olduğunuzu, düşüncede eylemde gelecek tasavvurunda bunlara hiç yer vermediğinizi ispatlamanız gerekiyordu.
Nitekim kısmen toplum bu iğdiş edilmiş dogmasızlık doğrultusunda yol almaya başladı. Kutsaldan arınmayı kutsayan seküler bir dil adına değişim denilen çözülmeye süreciyle buluşmakta gecikmeyecektir.
Kutsaldan arınmayı kutsamakla toplumsal çözülmenin buluşmasını tarihin bir tesadüfü değildi elbet. Tam tersine birbirini besleyen, ivme katan, ayrıca bireyleri de tek tek bu yönde köksüzleştiren bir kısır döngüye tekabül ediyordu.
İşte buyurun dogmalardan özgür hale gelmiş toplum.
Gizli gizli ortaöğretim düzeyinde yaygınlaşan ateizm, gelenekten kopmuş, hiç bir ahlaki, toplumsal normu olmayan, buna ihtiyaç da hissetmeyen özgür bireylerden oluşan liberal bir toplum idealinin ilk işaretleri….
Taşradan değil gelenekten kopup gelerek yığınlaştığımız devasa şehirlerde herkes özgür.. Ne var ki bazıları daha özgür. Bir kümeste yaşamaya mecbur olan tilki ile piliçler kadar özgürlüğün tadını çıkarabiliriz artık…
İştahamızı kamçılayan hayat tarzlarına, tüketim alışkanlıklarına, özendiğimiz ama bir türlü ulaşamadığımız maddi refaha artık herkes ulaşabilirdi. Yüzyılların zihinsel ve geleneksel prangalarını kırmış bir toplumun özgürleşme sesleri…
Bastırılmış hazların peşinde doyasıya at koşturacak bir alan açılmıştı nasılsa….
Aile, mahalle baskısı, toplumsal normlar, din, adet nasıl olsa artık geride kalmış büyük yığınların içinde özgürdük.
Medya ortamında özendirilen, her tür değeri hiçleştiren, insan olma haysiyetini içi boşaltılmış birey düzeyine indirgeyen, yığınlaşma politikaları ve bunun eğitimden kültüre kadar tüm alanlarda yaldızlanarak sunulan boşluklu toplumun geldiği sınır burası.
Ne Batılı anlamda modern olabilmiş ne geleneksel anlamda kendi olabilmeyi başarmış bir toplumun hiçleştirilmesinin sonuçlarıyla yüzleşiyoruz.
Özendirilen hayatlara ulaşabildiği oranda dizginlenen, aksi takdirde vahşi egonun her yol ve yöntemle ortaya çıkabileceği birey tipi gelişiyor.
Her şeye rağmen, yaşanan bunca tahribata, sistematik din-değer karşıtlığına rağmen Müslümanlık bu toplumun diri tutmaya devam ediyor. Her tür değeri, dogmalara karşı çıkmak adına çözmeye çalışan eğitim, medya, kültür, entelektüel ortamın tahrip ettiklerinin yerine bencillikten bir başka bir şey kayması mümkün değil.
Diğer tarafta inancına rağmen merhametten, hakkaniyetten uzaklaşan ortalama insan tipinin gücü ele geçirdiğinde vahşi heveslerinin esiri olduğu somut modelle her gün karşılaşıyoruz. Yetimin, fakirin hakkını yemekten çekinmeyen, kul hakkını gözetmemekte pervasızlaşan “marka Müslümanlık” ne hakikat telkin edebilir ne de yaşanmaya değer hayatı gösterebilir.
lgili YazlarDüşünce
Editr emreakif on February 26, 2015