Garpzede
Büyük dönüşümler, stratejik kurgular, güç ve paylaşım talepleri acımasızdır. Modern devlet aygıları, hele küresel güçlertoplumların algılarıyla, talepleriyle hatta tarihten beslenen öfke ve aşırılıklarıyla manipüle etmekten tereddüt etmez. Tekil vatandaşlar olarak modern ulus devletin bu yüzü çağdaş söylemlerle ustaca gizlenebilir. Bu siyasal ikiyüzlülük en rafine biçimiyle küresel hesapları olan, emperyal hedeflere sahip Batılı devletlerin becerisidir. Yeni sömürgecilik bildiğimiz emperyalizm uygulamalarından muhteva değil biçim, yöntem farkıyla ayrılır.
Paris olayları ister kocaman bir komplo olsun ister din adına hareket eden birilerinin eylemi olsun bu çerçeve ihmal edilerek konuşulacak bir mevzu değildir. Özellikle Batıda Doğuya, özelde İslam alemine dair yükselen söylemlerin kullanım biçimi oryantalizmin içeriğini doldurduğu Doğuua-İslama bakışın, önyargının yeniden üretilmesidir. Siyasetin medyatik alanda tezahürü medyanın siyasetle şekillenmesinden ibarettir.
Batının nehir kurudukça ne denli tehlikeli ve saldırgan olabileceğini, sömürgeci stratejilerin tarihte kalmış kötü bir tecrübeden ibaret olmadığını Ortadoğu’da son on beş yıldır sahnelenen senaryo yeterince gösterdi.
Paris’teki katliamın Fransa’da ne türden yeni politikaları tetikleyebileceğini kestirmek zor olmasa gerek. Bilhassa toplumsal düzeyde yükselen İslam öfkesi/kini (islamofobiyi İslam karşıtlığı olarak algılamak eksik kalıyor) Müslüman azınlıklarla sınırlı kalmayacak. Asıl olarak Ortadoğu’ya, İslam dünyasına yönelik stratejilerde önemli hamlelerin bu tür saldırıların sonucunda şekillendiği unutulmamalı.
Gelişmeler sanılandan daha vahim. Bir yanda, birileri tüm Müslümanların geleceğini rehin alma pahasına kan döküyor. Bunu din adına yaptığını sanıyor. En azından bu zihniyeti besleyecek bir ortam, din algısı marjinalken popüler hale getiriliyor. Diğer tarafta ise öfke patlamasına neden olan Batılı emperyal müdahaleler her geçen gün daha da şiddetlenirken bunun toplumsal sonuçlarından Müslümanlık ve tüm Müslümanlar sorumlu tutuluyor.
Paris’in orta yerinde gerçekleşen katliamın toplumsal sonuçları hemen uç vermeye başladı.
Tüm Müslümanları sigaya çekmeye teşne bir dile bürünen söylemin Batıda formüle edilip yerli pazarlara sürülmesi yeni bir olgu değil.
Olayların hemen peşi sıra bilinçaltında biriktirilmiş ne kadar nefret argümanı varsa hepsinin yerli versiyonu tekrarlanmaya başladı. Batılı entelijansiya, medya kanalları bu vahim gelişmeyi İslamla hesaplaşma fırsatına çevirmekte gecikmedi. Bunun kökenlerini tarihi, düşünsel, hepsinden de önemlisi hegemonik söylem kibrinde bulmak mümkün.
Ne var ki yerli oryantalist zihinlerin meseleyi Müslümanları suçlamayı da aşan açıkça İslamla hesaplaşma fırsatı olarak görmeleri de şaşılası değil. Müslümanların tümünü peşinen sanık sandalyesine oturtup özür dilemeye zorlayan Batılı dili müstagrip aydınların içselleştirmesine aşinayız. Bu saldırgan söylemin iç politik hesaplaşmayı aşan, zihniyet yabancılaşmasıdır ve bu durumun tarihte örneği aslında hiç de az değildir.
İslamı hedef tahtasına koyan söylem; seküler Batı değerlerini mutlaklaştıran, kutsayan ve evrensel olduğunu kabul etmemizi isteyen buyurgan bir dildir. Bunun siyasal, kültürel, medyatik aygıtları son derece sofistike ve küresel iletişim ağlarıyla kılcal damarlarımıza kadar nüfuz etme yeteneğine sahip.
İki temel saldırı biçimi öne çıkıyor. İlk olarak fikir özgürlüğü ve kutsala saygı zıtlaşması üzerinden Batılı değerler karşısında Müslümanların ilkel buldukları inançları sorgulanıyor. Gelişmiş Batılı değerlerler profan kutsiyet zırhına bürürken tüm insanlığın özelde de İslamın kutsallarının buna neden ayarlanmadığının hesabı soruluyor. Seküler dünyanın iğvasına karşı insanı savunan değer sistemi ve imkan olarak İslam bu nedenle Batının hedefinde. Garpzedelerin anlamak istemediği can alıcı husus da tam burası.
Ortadoğuda akıllı bombalrla kitlesel biçimde steril ölümler gerçekleşirken Batının “evrensel değerleri”ni sorgulamak kimsenin aklına geliyıor mu acaba?
İkincisi ise Batının tüm günahını bir anda temize çıkararak, sebep olduğu travmaların vebalini Müslümanlığa yıkmak. Tarihsel tecrübeyi, Batının hala İslam dünyasının kendine gelmesini engelleyen, doğal imkan ve yöntemlerini imha eden stratejileri yok sayarak, Müslümanları hesaba çekmek en hafif tabiri ile ne kendi coğrafyası ne de Batı ile adam gibi yüzleşememektir.
Evet İslam dünyası tam bir kaos yaşıyor. Bu durumun sorumlusu tek başına ne Batı ne de Doğudur. Her şeyden önce Müslümanlar kendilerini hesaba çekmek, muhasebe yapmak zorundadır. Bu hesaplaşma Batının hala devam eden tahrip edici, sömürücü müdahaleleriyle birlikte ele alındığında anlamlı olabilir.
Ne demek istediğimizi tarihten gelen ve sonuçları bugünü etkileyen bir müdahale örneği ile açıklayalım. Osmanlıyı, İslam ümmetini parçalarken tarih boyunca İslam dünyasında ortaya çıkan en marjinal bir din anlayışını Arabistan çölünün bir köşesinden çıkarıp, İslamın en kutsal mekanlarının hakimi haline getiren İngiliz emperyalizminin siyasal hedeflerini okumadan bugünki gelişmeler anlaşılabilir mi? Dünya hegemonlarının petrol pompalamak karşılığında İslam dünyası üzerindeki alanının genişletilmesinin anlamı nedir? Hem İslamı birleştirici siyasal liderlikten mahrum bırakmak hem de en kutsal mekanların en marjinal, birleştirici değil tekfir edici, inşa edici değil yıkıcı ve reddiyeci bir anlayışa teslim edilmesi tesadüf mü?. Bu zihniyetle İslam dünyası hesaplaşmalıdır. Ancak hesaplaşırken onun önünü açan, emperyal projenin çağdaş versiyonunu da iyi okuyarak.
Türkiye’deki garpzede zihnin artık politik öfkesini doğrudan dinle, tarihle savaşarak açığa vurur hale gelmesi Müslümanların kendine ve dünyaya bakışını yeniden gözden geçirmelerini engellememeli. Batı karşısında savunmacı dil yerine gelmekte olan tehlikeyi, geçmişin aynasında İslami bilincin süzgecinden geçirerek yeniden okumalı.
lgili YazlarDünya, Düşünce, Siyaset
Editr emreakif on January 10, 2015