Gazze İsrail’i normalleştiremez
İsrail’le yeniden ilişkilerin düzeltilmesi mevzuu, iç siyasetin yükselen ateşi karşısında yeterince gündeme gelmedi. Henüz resmi bir anlaşma olmasa da belli ki kapalı kapılar ardında görüşmeler devam ediyor. Muhtemelen her iki tarafın da pazarlık masasında elindeki kozları kullandığını çeşitli yollardan kamuoyuna sızdırılan haberlerden anlaşılıyor.
Türkiye’nin İsrail’e karşı kullandığı dil bağlamında, bunu dış politik ve iç politik argüman olarak devreye soktuğu hatırlanacak olursa birden söylem değişikliği zor olacak. Zira söylem çıtası o kadar yüksek tutuldu ki, İsrail’den sürekli dayak yiyen Arap dünyası bu söylem karşısında bir tür ezilmişlik psikolojisini atmaya başladı ve hatta rövanşın alınacağı havasına bile girdi. İsrail karşısında hep yenilmiş, siyaseten ezik liderlerine kıyasla Türkiye’den yükseltilen sesin bir tür moral dopingi olduğu aşikar.
Oysa Türkiye ne İsrail’e savaş açtı ne de bir karış işgal edilmiş toprak kurtardı. Sadece meselenin özüne dokunan bir kaç söylemi uluslararası platform da dillendirdi. Türkiye’nin bu söyleminin etkili olmasının temel nedenlerinden biri de, İsrail’le ilişkilerini sürdürmesine rağmen test edilmemiş kapasitesi ve meydan okuyucu imajıyla yükselen güç olarak sahneye çıkmış olmasıydı. Bu momentumu iyi kullanan Ak Parti hükümeti, Mavi Marmara sonrası gelişmeleri de İsrail aleyhine kullanmasını bildi.
Öte yandan siyasi ilişkiler en düşük düzeydeyken bile ticaretin artması gibi bir durum da söz konusu. Türkiye’nin İsrail karşısında takındığı tavrının, Ortadoğu’da coşkuyla karşılanırken sanılanın aksine başta ABD olmak üzere Batı’da çok tepki toplamadığı gözlerden kaçtı. Bu önemli ayrıntı, İsrail-ABD ilişkilerindeki yeni pozisyonla açıklanabilirdi. ABD’nin İsrail’in stratejik ayrıcalığı ve her tür güvenliğini garanti etme politikası devam etmekle beraber, kendisine rağmen bir tür gücünü istiskal eden politikalarını sınırlamak istemesinin de etkisi vardı. Artık bu vesileyle yükselen başka bir ABD müttefiki güçle adeta sınırlandırılma pozisyonu de facto olarak ortaya çıktı.
Temel sorun olarak “Türkiye neden İsrail’le yeniden ilişkilerini normalleştirme ihtiyacı hissetti” sorusuna cevap olarak ilk akla gelen husus, ABD ile ilişkilerinde yaşadığı kriz olduğu öne sürülebilir. Gerçekten İsrail’in ABD’de etkili çevrelerde Türkiye’ye, mevcut yönetime karşı ABD’nin tutumunu etkileyecek gücünün var olup olmadığı, varsa bunun sınırının ne olduğu test edilmeye muhtaç. Ancak Türkiye’nin bir tarafta Suud ekseninde bir ittifaka yaklaşırken eşzamanlı olarak İsrail’le de normalleşme çabaları bir bütün olarak okunduğunda çok farklı bir Ortadoğu denkleminin ortaya çıkmakta olduğu varsayılabilir.
Aslında Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri normalleştirerek bazı sorunları aşacağı beklentisi kadar İsrail’e duyduğu ihtiyaçtan daha fazlasının İsrail açısından geçerli olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var. İsrail’in stratejik olarak Türkiye’ye her zaman ihtiyacı olmuştur. Bu sadece jeopolitik gerekçeler açısından değil jeoekonomik, politik anlamda da böyledir. Türkiye ve İsrail’in ilişkileri normalleştirme adına yapılan gizli görüşmelerde kamuoyuna yansıyan söylem analizi iki tarafın konumunun anlaşılmasında yardımcı olabilir.
Şunu hemen belirtmek gerekir; normalleşmeyi kamuoyunda normalleştirmek için kullanılan argümanlar, ne İsrail ve işgal gerçeği ile ne de tarihsel tecrübe ile örtüşmemektedir. Burada sıkıntı, reel politik tutumların idealize edilerek, adeta kutsayıcı bir dil kullanılmasından politik çıkar/ zorunlulukla gerekçelendirilen pozisyona geri dönüşün açıklamasında ortaya çıkan çelişkidir.
İsrail, Türkiye’den özür dilemesi sürecinde de tecrübe edilen türden benzer bir söylem kullanıyor. Daha doğrusu kapalı kapılar ardında yapılan ve doğrulanması veya yanlışlanması mümkün olmayan açıklamalarla görüşmeleri ipotek altına almayı deniyor. Kaynağı belirsiz fısıltılarla hem kamuoyunu yönlendiriyor hem de muhtemel pazarlık şansını artırmaya çalışıyor.
İsrail’in normalleşme karşılığında elinde tuttuğu en büyük kozun Hamas konusu olacağı kesin. Hatta Gazze’ye kısmı ablukanın kaldırılması bile ikinci planda kalabilecek. Muhtemelen İsrail Hamas’ın terörist olarak tanımlanması konusunda pazarlık yapacaktır. Bu durumda Gazze’ye kısmi ablukayı kaldırmış olsa bile siyasi olarak kaybedilmiş bir anlaşma olacaktır. Zira Gazze’yi abluka altına alan işgal aynı zamanda Gazzelilerin siyasi iradesini de ipotek altına almak istemektedir.
Asıl mesele, Gazze’yle sınırlı birtakım anlaşmalar yaparak İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi ile Filistin’in temel sorununun karıştırılmaması gerektiğidir. Unutmamak ve ısrarla hatırlatmak gerekir ki Filistin Gazze demek değildir. Gazze abluka altında ise Filistin’in tamamı işgal altındadır. Gazze’de alınacak mesafe, Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın işgalinin sürmek te oluşu gerçeği dururken İsrail tarafından “ebedi başkent” ilan edilmişliğini tartışma dışı tutan bir propagandaya dönüşmemeli.
Editr emreakif on May 12, 2016