Hatıratlar neyi hatırlatır?
Hatırat yazmayı pek sevmediÄŸimiz, hele günlük tutma alışkanlığı, disiplinini edinemediÄŸimiz çokça söylenir. Yazılı kültürle olan iliÅŸkimizin gecikmiÅŸliÄŸi kadar toplumumuzda yazılı metin olarak hatırat konusunda çok zengin olmadığımız neredeyse itirazsız kabul gören tespitlerdir. Yayıncılık yaptığım dönemlerde hemen herkesin tekrarladığı bu tespiti abartılı bulacak kadar sürprizlerle karşılaÅŸtım. Özellikle Osmanlı’nın son döneminde asker, bürokrat, aydın tiplerinin bu konuda hiç de küçümsenemeyecek sayıda ürün verdiÄŸi bir gerçek. Gerçi bu verimlilikte modernleÅŸme döneminin, modern eÄŸitimin kazandırdığı alışkanlıkların etkili olduÄŸu yönünde itirazlar gelebilir. Åžaşırtıcı olan; henüz bir tür bilgi arkeolojisi bile gerçekleÅŸtiremeyen, bir nesil öncekilerin yazdıklarını okuyamayan, dilini anlayamayan aydınlarımızın geçmiÅŸ hakkında bu kadar kesin hükümler verebiliyor olmasıdır. Kendi kültürünün bir tür ‘bilgi arkeolojisi’ni yapamamış, bunu yapma kapasitesine bile sahip olamayan zihniyetin her ÅŸeyi modernleÅŸme parantezine alan bakış bu.
Osmanlı’ya dair ilk bireysel tanıklıkları, gözlemleri, hatıratları hep Batılı seyyahların, diplomatların kaleminden okudum. Kendi tarihi ve kültür iklimimize oryantalist prizmanın kırılmasından geçerek temas etmek bizim trajik maceramız.
Zamanla daha çok hatırat yayınlanmaya baÅŸladı. Yayıncılık yaptığım dönemlerden bizzat edindiÄŸim deneyim o ki, geçmiÅŸe dair ön kabulleri altüst edecek zenginlikte hatırat ürünleri gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Hem yakın tarihin bizzat aktörleri, hem de uzak-yakın Ä°slam coÄŸrafyasının farklı kesimlerinden dönemin sosyal tarihine, insan manzaralarına dokunmamıza imkan verecek tanıklıklar… Arap aydınlarının Osmanlı’ya bakışının nasıl olduÄŸuna, bir Fransız romancının birkaç günlük seyahatinde edindiÄŸi izlenim ve önyargılarından dökülen birkaç ayrıntı cümle kadar deÄŸer vermiyoruz. Batılılar bir yana, mesela Rus aydının gözünden Osmanlı ne anlama geliyordu? PuÅŸkin’in duygusal satırlarından öte çok fazla bir temasımız yok.
Åžibli Numani’yi ‘Asr-ı saadet’ isimli kitabıyla tanımıştım. Küçük ebatlı, on ciltlik eser klasik siyer tarzından farklı bir yöntemle kaleme alınmıştı. Daha sonra ise Ä°stanbul, Suriye, Mısır gezisini anlattığı hatıratıyla tanıştım. Seyahat notları olmaktan öte, bir tür sosyolojik gözlemlerini içeren kitabında, DoÄŸu’dan, Hindistan’dan Ä°stanbul’a, Osmanlı’ya bakışı yansıtır bize. Bu kez DoÄŸu’nun aynasından, farklı bir duyguyla, kendimize bakmayı deniyoruz. Yıllar önce elime geçen bu kitapla DoÄŸu’dan bir alimin gözünden hem Osmanlı ikliminin hem Hint ikliminin kültürel, toplumsal görüntülerini okumak benim açımdan ufuk açıcı oldu. Diyebilirim ki, 19. yy sonlarında yazılmış bu derece içten, duygusal, eleÅŸtirel, gözlem ve özlem yüklü bir hatırat olarak ilklerdendi benim için.
Ä°ngiliz sömürge yönetimi altında, bir zamanların Müslüman hakimiyetindeki topraklarda azınlık ve adeta parya durumuna düşürülmüş bu Müslüman aydın, alim; sadece Ä°stanbul’a, Ä°skenderiye’ye dair gözlemlerini deÄŸil, Ä°slam aleminin dönemsel olarak içinde bulunduÄŸu durumu da duygu bağını koparmadan adeta sosyolog gözüyle yansıtıyor. Ãœstelik oryantalizmin kibirle ötekileÅŸtirici prizmasında kırılmaya uÄŸramadan…
Åžibli Numani, Ä°stanbul ve yol boyunca uÄŸradığı beldelerde yaÅŸadığı sevinci, hüznü tasvir ederken dünyanın öbür ucundan bir Müslümanın kalbine dokunuyorsunuz adeta. Ä°skenderiye’de gezerken görkemli yapılara bakıp ‘Müslümanların da böyle ÅŸehirleri varmış’ diye sevinen, sonra bunların Avrupalılara ait olduÄŸunu öğrenince hüzne boÄŸulan bir yürek…
Ä°stanbul’da padiÅŸahı görünce duyduÄŸu coÅŸku, hilafet makamının dönemin Müslümanlarının gözünde ne anlama geldiÄŸi bilinmeden anlaşılamaz. Hayata dair tuttuÄŸu notlar, gözlemleri, analizleri dönemin zihniyetini yansıtması bakımından son derece anlamlı. Sansürden dolayı özgürce gazetelerde yazılıp çizilememesinden dolayı Türklerin yazılı basın edebiyatını geliÅŸtiremediÄŸi sonucuna varması bir yana, yine her ÅŸeyin siyasal nedenlere göre ayarlı olduÄŸu, (Avrupalılarla mücadele içindeki) bir devlet zihniyetini anlamaya çalışması…
BoÄŸaz kıyısındaki kıraathanelerin, lokantaların toplumsal iÅŸlevinden Osmanlı’nın teknik baÅŸarılarına uzanan deÄŸerlendirmeler, Hint toplumuyla karşılaÅŸtırmalar kendi dünyamızı farklı bir coÄŸrafyanın Müslüman aydınının gözünden okumayı saÄŸlıyor.
Sir Seyyid Ahmed Han’la beraber çalışacak kadar modernist eÄŸilimleri olan ama siyasi baÄŸlantıları nedeniyle onunla yollarını ayıracak kadar da ümmet bilincine sahip bir Müslüman aydının Osmanlı’yı, OrtadoÄŸu’yu, Batı’yı yorumlayış biçimi, yüzyıl öncesinin Hint dünyasından OrtadoÄŸu’ya, hatta bugünümüze ayna tutan gözlemleri…
BaÅŸka bir hatırat da Osmanlı’nın batısından, Balkanlardan, Arnavut milliyetçisi bir aydının Osmanlı ile, kendi ulusu ile ve diÄŸer Müslümanlarla kurduÄŸu iliÅŸki biçimi açısından çok anlamlı. Ä°lk isyan eden Müslüman ulus olarak bilinen Arnavutların dünyası, talepleri, sorunları, payitahtla iliÅŸkileri, merkezin miyopluÄŸu… ve Balkan savaÅŸlarında, isyan günlerinde bile hilafet denilen kuvve-i manevinin anlamı… Avlonyalı Ekrem Bey’in ‘Osmanlı Arnavutluk’undan anılar’ını okurken bugün yaÅŸanmakta olan etnik ve kimlik sorunları daha anlamlı hale geliyor. Mesela Kürt meselesini, en azından psikolojisini ve sonuçlarını anlamlandırmak açısından ufuk açıcı bulmuÅŸtum ilk okuyuÅŸta.
Biri Güney Asya’dan, Hint kıtasından, diÄŸeri GüneydoÄŸu Avrupa’dan, Balkanlardan… Osmanlı’ya iki farklı bakış… Çok uzak coÄŸrafyalardan çok yakın, çok sıcak dokunuÅŸlar…
*Şibli Numani, Anadolu-Suriye-Mısır seyahatnamesi, Risale Yayınları.
Ýlgili YazýlarKültür
Editör emreakif on November 30, 2013