Havra ve siyasal şizofreni

Türkiye’deki tüm siyasal cepheleşmelerin, tarafların, katmanların nasıl bir siyasal şizofreni içinde olduğunu bundan daha iyi bir örnek açıklayamazdı. Olay Edirne’de geçmektedir. Bir dönem önemli bir Yahudi nüfusun mevcut olduğu Edirne’deki en büyük havra devlet tarafından onarılıp ibadete açılmaya hazırlanmaktaydı ki, birden Mescid-i Aksa’ya İsrail’in saldırıları, Müslümanlara uyguladığı yasak, Filistinlilere yönelik baskılar zirveye tırmandı. Bu durumdan dolayı çileden çıkan Vali: “O eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede?” der ve ilave eder: “İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Tadilattan sonra sinagog sadece müze olarak…”

Gelen tepkiler üzerine Vali sözlerinin “Mescid-i Aksa’da yaşanan olayları tasvip etmediğini ifade etmek adına” edildiğini söyleyerek bir anlamda geri adım atar.

Buna benzer olayların taraflarından birinin Türkiye, diğer tarafının ise İsrail olması iki sorunlu zihin dünyasını açık ediyor. İsrail’i ele alacak olursak ulus devlet gibi görünmesine rağmen din ve etnik ayrımcılık üzerine kurulmuş, resmi ideolojisi Siyonizm olan bir işgal devleti… En son aldığı kararla da kimlik tanımında sadece Yahudilere yer veren ırkçı bir yapı. Üstelik tüm dünyadaki Yahudileri doğal vatandaşı sayıyor.

Bu anlamda İsrail’i yönetenlerin şizofrenik bir siyasetten beslendikleri söylenebilir. Uluslararası hukukun normlarıyla, seküler esasla şekillenen sistem içinde norm dışı, dini ve ırkçı bir esasa dayanan siyasi birim… Her iki farklı normu aynı anda benimseyen, gerektiğinde birini diğerine karşı kullanan bir bölünmüş zihin dünyası ve bunun şekillendirdiği bir kimlik söz konusu.

Meselenin bizi ilgilendiren boyutuna gelince durum daha karmaşık.  Valinin bu tepkisinden dolayı, AKP yönetimine Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşler ideolojisine sahip oldukları ve Filistinlileri “kardeş” saydıkları suçlamasıyla karşı çıkan liberyen sol ve sağ kesim, Kemalistler, İslamcı olarak tavsif ettikleri muhafazakârları eleştirme hakkını kendilerinde görüyor. İbadethaneleri müzeleştirme maharetleriyle malul Kemalistlerle ideolojik akrabalıklarını, ortak modernist köklerini yok sayarak, bu gerçeği atlayarak Filistinlileri kardeş bilenleri sorgulama cesaretini kendilerinde görebiliyorlar. Bir ibadethanenin kapatılmasından çok Kudüs, Mescid-i Aksa gibi kutsal mekanlara duyulan yakınlık rahatsızlık veriyor!

Olayın asıl aktörlerinin temsil ettiği zihniyet dünyası açısından çelişkinin derinliği diğerlerini aratmayacak türden. Kemalistlerin, ulusalcıların pek sevdiği ve diğer kesimlerin de pek gururla paylaştıkları örnek malum: “Biz Türkler İspanya’dan kurtarıp Yahudilerin Osmanlı topraklarında yaşamalarını sağladık.” Bu, tarihi bir tespitten öte genellikle İsrail yöneticilerine karşı bir tür şirinliğe varan üsluptur ve tekrarlanır durur. Osmanlı’yı reddedenler birden “biz Türkler” diyerek Osmanlıcı olur ve bununla İsraillilerin, Amerika’daki Yahudi lobilerinin gözüne girmeye çalışır.

Benzer tavır sağ muhafazakar siyaset erbabı için de geçerli. Mevzubahis olan, bürokratın tavrında olduğu gibi, Türkiye’deki Yahudilerin asıl sahibi, hamisi İsrail’miş gibi İsrail’in yaptıklarına karşılık bunu örnek verme hali. İsrail’in Filistinlilere, Müslümanlara reva gördüğü muameleye karşılık Türkiye’deki Musevilere ne kadar hoşgörülü davranıldığına dair retorik… Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet ise kendi vatandaşının konumunu başka devlet nezdinde neden üstü örtük pazarlık mevzuu yapar? Ya da İsrail’i doğal olarak kendi vatandaşının hamisi, sahibi saymanın tezahürü gibi duruyor. Bu tavrın doğal uzantısı olarak İsrail’in yaptıklarından ötürü buradaki bir ibadethaneyi müzeleştirmek!.. Oysa bir ibadethaneye yapılacak en büyük haksızlık, onun müzeleştirilmesidir. İslamcı Müslüman Kardeşler’le aynı fikriyatı savunmakla itham edilen bir eğilimin, dini bir hareketinden dolayı değil de, laik-Kemalist uygulamasından dolayı “İslamcı” ithamına maruz kalması da bize özgü kafa karışıklığının son örneği.

Bir yanda bir ulus devletin bürokratından tezahür eden, ulus ötesi, kimine göre Osmanlıcı bir imparatorluk refleksiyle Filistin’le, Mescid-i Aksa’yla derinden ilgilenen ama bunun gereğini ise seküler modern ulus devlet alışkanlığıyla karşılamaya çalışan neo-muhafazakâr bir tutumla karşı karşıyayız. Siyasal tutumu ne olursa olsun dini bir hassasiyetle Kudüs’teki, Mescid-i Aksa’daki zulme karşı çıkan bir Müslümanın buradaki tavrının da Müslümanca olması beklenir; yani ibadethaneleri koruması…

lgili YazlarDüşünce, Siyaset

Editr emreakif on November 27, 2014

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar

Daha Yeni Yazlar: