HDP’nin sol ve etnik bagajı
Bu seçimlerde merak edilen en önemli iki sonuç var. Biri AKP’nin Başkanlık sistemine geçmeye yetecek oy alıp alamayacağı. Diğeri de HDP’nin barajı geçip geçmeyeceği. Yani iki parti açısından da bir baraj sorunu var.
AKP’nin başkanlık barajını geçmese bile iktidarı elde tutacağı tahmin edildiği göz önüne alındığında HDP’nin barajı geçip geçmemesi kadar hayati önem arz etmiyor.
Asıl tartışılması gereken konu baraj denkleminin de işaret ettiği türden HDP’nin kitleselleşmesi, Kürt milliyetçiliği üzerinden yürüttüğü siyasetin nereye, ne şekilde evrileceği meselesidir. Eğer açılmaya, dönüşmeye niyetli ise bunun araçlarının ve evriliş yönünün ne tarafa olacağı başka soru.
Türkiye’de siyasal sistem dışında tutulan iki farklı akım var/dı: Bunlardan biri Refah Partisinin temsil ettiği siyasal tercihin sistemle sorunlu ilişkisi. Süreç malum; RP’nin temsil ettiği kitle ve dünya görüşü sistem açısından tehlikeli bulunuyordu. “Türkiye’nin kendine özgü şartları” gereği bu geniş kitlenin önünde engeller vardı. 28 Şubat’la birlikte aslında sistemle uzlaşmaya, barışmaya niyet beyanı eden RP’nin bu talebi karşılık bulmadı. Vesayet rejimi bu yönelimi ters okuyup bastırmayı tercih edince bir siyasi parti kapatılmış olmadı ülke yönetilemez hale geldi. Ve sonucunda AK Parti ile başlayan süreç sadece geleneksel Milli Görüş tabanını değil farklı cemaat ve oluşumların ilk kez işbirliği yapmasıyla sistem içi dönüşüm yaşandı. Bunun sonucunda, yönetilemez hale gelen merkezin kendini yeni toplumsal tabanla takviye etmesi, dışladığı kesimlerin entegre olmasını getirdi. Kabaca post Kemalist döneme muhafazakar kesim damgasını vurdu.
RP’nin sistem tarafından dışlanmasına rağmen kolay ve kısa sayılabilecek sürede sisteme uyum sağlamasında kitlesinin “bu devlet zaten bizim” yaklaşımının sürekli bilinçaltında canlı olması önemli bir etkendi. Sistemin bazı sembolik düzenlemeler ve merkezde muhafazakarlara yer açılması bu bilinçaltının harekete geçerek devleti sahiplenmesi zor olmayacaktı. Daha önce de kullandığımız “Müslümancı/lık” siyaseti sonucu olarak sistem içi elit değişimine tekabül ettiği için fazla zorlanma olmadı.
Buna karşılık HDP çıkış itibariyle silahlı bir şiddeti yöntem olarak benimsemiş bir kanlı sürecin çocuğu… Olanca barış söylemine rağmen kanlı bir geçmişin bagajını taşıyor ve bunun gölgesinde siyaset yapıyor. Hatta siyaseti bu silahlı yapılanmadan bağımsız olmadığı gibi silahların rehin aldığı bir parti bile denebilir.
Bir başka farklılık Kürt etnisitesini esas alan bir ulusçu temelli siyasi hareketin kuşatıcı olması sanıldığı kadar kolay değil. Bunun gerçekleşmesi için silahların gölgesinden çıkıp bağımsız siyasi bir özne haline gelmesi gerekir ki şu an için bunu konuşmak bile muhal görünüyor.
HDP’nin silahlı yapıdan sıyrılarak bağımsız bir harekete dönüştüğü varsayılsa yahut silahlar sustuğunda kendini normalleştiği düşünüldüğünde önünde önemli bir yol ayrımı çıkıyor. Etnisite üzerinden mi siyaset yapacak yoksa Türkiye gündemini yakalayan, bunu üzerine alternatif bir siyaset geliştirmeyi göze alan bir siyasete mi dönüşecek ?
Şu haliyle sistem içi bir parti olmakla Türkiye’nin partisi olmak arasındaki farkın ayrımına varmış görünmüyor. Hatta önemsemiyor. Sistemin partisi olmakla Türkiye’yi kuşatan alternatif siyaset geliştirmek farkını RP’nin temsil ettiği siyasal akıl kaybetti.
HDP’nin özgürlükcü ve Türkiye’yi kucaklayan bir siyasetin temsilcisi olduğuna inananlar buna gerekçe olarak sol kesimden gelen desteği gösterebilmekte. Oysa HDP yedeğinde siyaset yapmaya çalışan sol entelijansiyanın belli bir etnisiteye dayalı ulusçu siyaseti Türkiye’yi kucaklayan bir dile dönüştüreceğini bekleyenler yanılıyor. Zira marjinal sol grupların bu toprakların değerlerine, kültürüne olan öfkesi ve doğalarındaki yabancılaşma HDP aklını normalleştirmekten çok daha da uç noktalara itmeye çalıştığı rahatlıkla söylenebilir.
Türkiye’de topluma söz söylemek, kucaklayıcı bir siyaset üretmek yerine ideolojik fantezilerini tatmin etmenin ve kaybetmişliğin öfkesi ile zaten normalleşemeyen bir sol temsiliyet söz konusu. Bu kesim silahlı mücadele romantizmini tatmin edeceği, kendisini anlamayan geniş kitlelere karşı hiçbir şekilde normalleşemeyen bir marjinallik psikolojisinin siyasi aklını rehin almış görüntüsü veriyor.
HDP’nin merkez sağ ve soldan sembolik transferler çekmesi merkezle barışması için yeterli mi? Daha doğrusu merkezle barışması Türkiye’nin partisi olmasına yetecek mi? Temel soru budur.
Zira varlığını etnisite ulusçuluğu üzerine bina eden bir siyasal hareketin gerekçeleri bir noktaya kadar anlaşılabilir. Ulus devlet mantığını mağduriyetinin izale edilmesi bu uğurda siyasi mücadele verilmesi sadece HDP’nin değil adalet ve ahlaki sorumluluk sahibi tüm siyasiler için geçerli bir zorunluluktur. Ancak kürt/çü bir hareketin Türkiyelileşme barajı sırtındaki geçmiş bagajıyla ilişkisinden bağımsız ele alınamaz.
Bu ülkede tüm kesimleri kucaklamak için hele çıkışı etnisite duyarlılığına bağlı bir hareket için din ile kuracağı ilişki belirleyici olacaktır. Türkiye’de din ile ilişkisi her zaman sorunlu, mesafeli hatta uzlaşmaz olan bir sol Kürt hareket, yedeğine aldığı sol, liberal sol, sosyalist küsuratın din bagajını da sırtlanırsa açılım değil daha marjinalize bir harekete dönüşeceği açıktır.
HDP’nin seçimlerde göstereceği performans sadece bu parti siyasetini değil, partinin temsil ettiği kitlenin bu ülkenin geneli ve geleceği ile ilişkisini de belirleyici bir milat olmaya aday. Önemli olan siyasi hareketin elitlerinin sistem içine çekilmesi değil, üzerinde siyaset yaptığı ve toplumun genelin koparılan kitlenin yuvaya manen ve duygusal olarak avdet edip etmeyeceğidir. Merkezin elinde çok farklı argümanlar olsa da asıl olan her türlü çabaya rağmen iç savaşa itilmeme basiretini gösteren toplumsal kesimlerin birbiriyle ilişkisinin normalleşip normalleşemeyeceğidir. Ve de bu normalleşmenin hangi düşünseli siyasal zemin üzerinde gerçekleşeceğidir.
Editr emreakif on March 7, 2015