Hicaz hatıratımız var mı?
Klasik İslam kültüründe Hicaz hatıraları olmayan isim yok gibidir. Gerek İslam irfanın beslendiği kaynak gerekse ibadet boyutuyla yolu Hicaz’a uğramayan yoktur. Bu tecrübe fiilen Hicaz topraklarına doğru sefer hali olduğu gibi irfani, ilmi bir sefer de olabilir.
Edebi bir metin olarak Müslüman seyyahların, alimlerin, münevverlerin kaleme aldığı hatıratların gezi yazılarının bir başlık altında külliyat haline getirilmesi müthiş bir zenginlik katacaktır. Türk edebiyatında genel olarak Hicaz özelde Hacc yazıları toplanabilse medeniyetimizin kalbine yolculuk fikrinin derinliği, zenginliği, dönemsel farklılıkları görme anlamında bugüne müthiş açılımlar sunabilirdi.
Hacc ve Kabe etrafında özellikle hikmet ve menakıp kitaplarında derinliğine yaşanmış tecrübelere dair bol miktarda pırıltılar var. Ancak bunların yerine bir ilk akla gelen gezi izlenimleri, günlük gibi anlatılar içinde bugüne yansıyan çok az metin var.
Medine’ye gelen yolcuların tabii olarak, oranın manevi iklimini solumak yerine, kelimelerin tükendiği bir anda edebi metin ortaya koymak için kaleme sarılmamaları da anlaşılır bir durum. Ancak varolan metinlerin önemli kısmı kısa süreli ve Hacc nedeniyle yapılan ziyaretlerin anlatımıyla sınırlı.
19. yüzyılın başlarında Hacc için İstanbul’dan yola çıkışından seyahatin sonuna kadar tüm ayrıntıları ile kaleme alan Hüseyin Vassaf’ın “Hicaz Hatırası” isimli kitabı türünde farklı bir yere sahip. Bir Osmanlı münevveri olarak Hicaz seyahati boyunca adeta bir sosyolog titizliğinde çözümlemeler yapması, gündelik hayata dair gözlemlerini üstelik fotoğraf ve belgelerle destekleyecek şekilde kaleme aldığı eseri tek başına dönemin sosyal yapısı ile gözlemcinin zihin dünyası hakkında yeterince ipucu veriyor.
Modern zamanların Hacc anlatısında en etkili iki örnekten biri Ali Şeriati’nin Hacc kitabı diğeri ise Necip Fazıl’ın Hacc notları. Her ikisi de dava adamı olarak İslam aleminin iki zıt kültür ve sosyal zemininden beslenen düşünürlerin Hacc izlenimleri karşılaştırmalı olarak okunmalı. Şeriati haccdan bir inkılap çıkaran ibadetin dönüştürücü gücüyle mahşeri kitlenin muhteşem gösterisinde adeta coşar. Simgeler, semboller adeta her bir devrim provasına dönüşür Şeriati’de.
Necip Fazıl’ın o kadar uzun sabrı yoktur. Renkler, sesler adeta bir fırça darbesiyle ortaya konmuş tablo gibidir. Hem eleştirellik hem coşku kesik kesik iç içedir. O daha çok içe dönük bir aşk çağıltısı altında erimiştir. Ali Şeriati’de Hacc’ın coşkusu toplumsala dönük bir çağrışımlar ırmağına dönüşür. Ali Şeriati’nin Hacc anlatısı ile Malcolm X’in Hacc’da yaşadığı inkılap örtüşür. İkisi de aynı dönemin iki farklı coğrafyadan gelen toplumsala dönük coşkunun adıdır.
Hicaz’a dair izlenimlerini yazması beklenen pek çok kalemin Hacc’ın manevi yoğunluğu altında çoğu kez ‘sükut makamında’ olduğu muhakkak… Görece daha uzun süre Medine’de kalıp Medine izlenimlerini yazanlar arasında küçük bir risale dikkatimi çekmişti çok önceden.
Ondokuzuncu yüzyılın başlarında bir Osmanlı münevveri Derviş Ahmed Peşkari (Ser-zâkiran-ı Koca Mustafa Paşa) bir yıl kadar kadılık makamında memuriyeti nedeniyle Medine’de yaşar. Bu arada gözlemlerini daha doğrusu önemli gördüğü gözlemlerini notlar haline kaydeder. Medîne Hâtıraları (Tayyibetü’l Ezkâr) adıyla yayınlar. (Bugünkü Türkçe’ye Ubeydullah Küçük sadeleştirerek yayınladı. Bedir Yayınları, 2008)
Osmanlı Medine’sinde gündelik hayatı, dini ritüelleri anlamak açısından aktardığı gözlem ve anıları son derece önemli. Artık çok daha kolay ve sıkılıkta bu toprakları ziyaret imkanı bulunmasına rağmen Medineliler ile karşılaşma imkanı hemen hemen yok. Hatta bilinen anlamda Medine bile yok olan kısmını da gözlemlemesi sınırlı. Mesela Mescidi Nebevi’ye dair önemli anıları kayda değer, Medineliler’in gündelik merkezli oluşan Medine şehri ve Medineliler’in hayat tarzında ne tür değişiklikler olduğunu anlattıklarına bakarak kıyaslanabilir. Mescid-i Nebevi’de Suud yönetimi altında uygulamasına tanık olduğumuz pratiklere bakınca tüm zamanlarda böyle olduğu gibi bir izlenim kalıyor. Çok sessiz, yalın, hatta renksiz belki de coşkusuz denilebilecek bir uygulama var camii içinde. Farklı dini yorum ve anlayışlara, ritüellere izin vermeyen her şeye bidat ve hurafe gözüyle bakan adeta müminlerin itikadından kuşku duyan önyargılı tutum sergileniyor.
Oysa Derviş Ahmed Peşkari’nin anlattıklarına bakıldığında 18. yüzyıl başlarında Medine’de çok şenlikli bir dini hayat olduğuna kanaat getirebiliriz.
Her şeyden önce Mescid-i Nebevi’de her sütunda bir ders halkası var. Geleneksel olarak tüm Müslüman şehirlerinde camiyi merkeze alan dini ve ilmi hayatın doğal tezahürüydü bu. Adeta alternatif bir eğitim sistemi. Modern eğitimin standart ve medrese eğitimi sistemine karşı tamamen yüz yüze ve bireysel tercihe dayalı bir silsile oluşturan ders halkaları…
Asıl dikkat çekici olan Mescid-i Nebevi’de ve Peygamber Efendimiz’in bulunduğu mekana gösterilen ve her biri incelikli bir ayrıntı ile belirlenmiş tazim gösterisi… Mesela kandillerin değişmesi her gün belli saatte belli usule göre düzen için gerçekleştirilirken bunu kimlerin yapacağı da hiyerarşik olarak bellidir. Bu sıradan değişim işlemi bile Peygamber makamı ile o zamanki Sünni Osmanlı- Arap toplumunun ilişkisini resmediyor. Daha çok dini hayata yoğunlaşan notlarda namaz öncesi ve sonrası uygulanan geleneksel ritüelleri bugün hayal etmek bile imkansız…
Anlattığı olaylara bakınca Medine’nin çok şenlikli bir yapısı olduğu anlaşılıyor.
Dini hayatın gündelik uğraşlarla iç içe geçtiği dini olanla din dışının ayrılmadığı Medine toplumunun Osmanlı asırları hakkında en çarpıcı detaylar belli günlerde düzenlenen ‘kutlama’lar.
Diğer tarafta Mescid-i Nebevi’nin içinde uygulanan ritüeller başlı başına kaybedilmiş bir geleneğin izlerini taşır. Her gece yenilenen kandillerin değişim törenleri. Namaz öncesi ve sonrası cami içindeki uygulamalar bir Osmanlı Medine’sinin gelenekle iç içe geçmiş Medine adetlerinin sarsıcı izleri…
Bugün Medine’nin sentetik beton yapılarla kuşatılan şehir dokusu, oteller, AVM’lerle gelenekten koparılırken eskiye olan tepkinin nasıl başka modern çarpıklıklara dönüştüğünü görebiliyoruz. Her tür teşrifattan uzak her tür coşkunun bastırıldığı bir cami düzeni, ibadet tarzı sanki geçmiş zamanlarda da benzer uygulamaların olduğunu vehmine kapılmamıza neden oluyor. Oysa Suudi yönetimi altındaki Medine’nin geçmişi İslam tarihi açısından kısa bir parantezden ibaret. Bugünden bakınca geçmişin aşırılıkları sayılan kimi adetler anlaşılmadan, bilinmeden bu coğrafyanın bugünün hatta ortaya çıkan nihilist reddiyeci aşırılıklara yol veren zihin yapısı da anlaşılamaz. Bilmediğimiz bir dünyayı, tanık olmadığımız bir geçmişi, devralmadığımız bir geleneği reddetmeden önce anlamaya çalışmak gerek.
lgili YazlarDüşünce
Editr emreakif on August 27, 2016