İntifada’dan elde ne kaldı?
Bundan tam 27 yıl önce Filistinliler müthiş bir kıyam hareketiyle, “İntifada”yı başlatmıştı. İsrail sorunu ortaya çıktığından beri sürekli alt üst oluşların, yıkımların yaşandığı Filistin’de olaylar çoğunlukla insanlığın vicdanını kanatan türden… Her türlü insani duygunun, adalet ölçüsünün, vicdanın, uluslararası hukukun tüm dünyanın gözü önünde hiçe sayıldığı bir coğrafya.
27 yıl önce bugün 4 işçinin katledilmesi üzerine Filistinliler ayaklanmış, Siyonist işgale silahsız bir direniş başlatmıştı. Kıyam hızla tüm Filistin’e yayıldı; genel grevlerin, İsrail mallarını boykotun, işgal güçlerine karşı taş atan çocukların sergilediği direnişle hafızalara kazındı.
İntifada’nın iki önemli boyutu vardı: ilki; işgal altındaki topraklarda ilk kez bu çapta, uzun süreli ve geniş kitlelerin katıldığı bir başkaldırı yaşanıyordu. İkincisi ise; işgal altındaki Filistinliler artık korku duvarını aşmış, bundan sonraki süreci belirleyecek bir direniş biçimini, hatta hayat tarzını seçmişlerdi. Olayın bu boyutu Filistin’in geleceğini belirleyecek psikolojik sınırların aşılması anlamında çok daha etkin olacaktır.
Filistinliler İsrail işgali başladığından bu yana farklı yöntem ve araçlarla direniş sergilemelerine rağmen adeta bir tür sivil itaatsizlik görünümü veren silahsız başkaldırı yani İntifada neden milat olmuştu?
Toprakları gasp edilen, kutsal mekanları işgal edilen, sürülen bir halka karşı duyarsız kalan dünya sistemine karşı bu çığlık neden bu denli sarsıcı etki yapmıştı.?
Filistin direniş tarihine bakıldığında farklı aşama ve beklentilerle örgütlenen mücadeleler hep sonuçsuz kalmıştı. İsrail’in kurulmasıyla yurtlarından edilen, sürülen milyonlarca mültecinin kurtuluş umudu şuydu: Bir gün gelecek Arap orduları İsrail’i yenecek ve kurtulacaklardı. Ne var ki 1967 savaşında Kudüs’ün bile esir edilmesiyle bu beklentinin gerçekleşmeyeceği duygusu kökleşmeye başlayacaktır. Her savaşta, gerekçesi ne olursa olsun İsrail’den dayak yiyen Arapların da onuru kırılmış, Filistinliler’de de bu beklentilerinin karşılanmayacağı düşüncesi yerleşmeye başlamıştı. Bu aşamada farklı Filistinli fraksiyonların oluşturduğu, el Fetih’in başı çektiği FKÖ işgal toprakları dışında silahlı mücadeleye başlayacaktır.
Binlerce Filistinli gencin mülteci kamplarından akın akın katıldığı silahlı direniş önce Ürdün’den daha sonra Lübnan’dan yine Arap ülkeleri tarafından sürülecektir. Hareket rakip Arap devletlerinin ve Soğuk Savaş dengelerinin tüm zaaflarını etkilerini bünyesinde barındıracaktır.
Kurtuluş mücadelesi adına verilen bu silahlı direniş ideolojik olarak dönemin yükselen akımlarının etkisi altındaydı: Arap Milliyetçiliği ve Sosyalizm. Sonuçta bunca büyük yapılanmaya rağmen bir karış Filistin toprağı bile kurtarılamamıştı. Üstelik direnişin liderliği ideolojik olarak beslendiği tabana gittikçe yabancılaşıyordu.
İşte tam bu aşamada intifada Filistin tarihinde yeni bir aşamaya geçişi temsil edecektir: Direnişi işgal topraklarının dışında değil, işgale rağmen anayurtlarında başlatmak. Dışardan gelecek kurtarıcıları beklemek yerine işgali her gün yaşayan Filistinli halkın kendisi direnişe geçecektir..
İsrail işgal güçlerinin baskı ve sindirme politikaları yüzünden seslerini duyuramayan bir halk ilk kez korku duvarını aşacak ve tüm insanlığa karşı bir çığlık olup ayağa kalkacaktır.
1987 yılının sonunda başlayan İntifada sonucunda İsrail barış masasına oturmak Filistinlileri muhatap almak zorunda kaldı.
Barış Süreci’ne kadar devam eden Birinci İntifada amacına ulaştı mı?
Bu soruyu bugünden bakarak hem evet hem hayır cevabı verilebilir. Ancak sonuçlarına bakıldığında Ortadoğu’nun ve Soğuk Savaş döneminin en anlamlı direnişi olarak tarihe geçecektir İntifada. En önemli sonucu Filistin halkının direniş ruhunu temsil etme iddiasındaki Milliyetçi ve Sosyalist hareketler İntifada ile birlikte toplum nezdinde temsiliyet imkanını kaybettiler. Tabandan gelen ve işgal altındaki topraklarda yeşeren farklı bir dalga, İslami Hareketler Filistin’de belirleyici olacakları bir sürece kapı aralayacaktır. Bu konuda İsrail’in el-Fetih’e karşı İslamcıları desteklediği iddiası Filistin’deki sosyo-kültürel yapıyı yok saymaktır.
İsrail açısından ise, işgal ettiği topraklar içinde yükselen isyanın siyasi maliyetinin dışardaki direnişle kıyaslanamayacak ölçüde olması masaya oturmaya zorlayan önemli etkenlerden biriydi. Ancak Soğuk Savaş dengelerinin sona ermesi, Körfez Savaşı ve Arap devletlerinin dağınık olduğu bir zamanlama ile süreci kontrol altına aldı ve zayıflatılmış bir temsiliyetle pazarlık masasına oturdu.
Barış anlaşması Filistin tarafı için adeta hiç bir şey almadan son sözün İsrail’in söyleyeceği vaatler yığınından ibaret bir metni imzalamak oldu. En önemlisi en temel iki konu konuşulmadı: Kudüs ve mültecilerin geri dönüşü..
Sürecin tıkandığı noktada 2000 yılında başlayacak olan İkinci İntifada’nın somut gerekçesi, Beyrut Kasabı Şaron’un Mescid-i Aksa’ya yaptığı provokatif baskına tepki olarak gösterilir. Gerçek neden ise işlemeyen Barış Süreci ile rehin alınan Filistin iradesinin isyanıdır.
Bugün gelinen noktada Filistinliler ne Birinci İntifada ne de Barış Süreci ortamındalar. Hiçbir şey vermeden direniş ruhunu rehin alan anlaşma artık pratikte çöktü.. Filistinliler fiilen ikiye bölündü. Eğer yeni bir intifada başlarsa bu, rehin alınan direniş ruhunu yeniden kazanmak, İsrail’in elinde rehin tutulan ve çoktan çöküntü bir görüntü veren kendi yöneticilerine karşı olması muhtemeldir.
Artık mevcut durumu onarmaktan çok her şeye yeniden başlayacak bir sürece ihtiyaç var.
Editr emreakif on December 9, 2014