İstiklal Mahkemeleri efsanesi

Bir devrin aydınlanması, daha doğrusu efsane olmaktan çıkması için önemli bir adım İstiklal Mahkemeleri tutanaklarının yayınlanması. Mahkeme zabıtlarının TBMM tarafından kitap haline getirilerek önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak olması sadece yayıncılık açısından değil siyasi tarihin bu döneminin zihniyetini okuma açısından da önemli.

İstiklal Mahkemeleri asıl etkinliğini Cumhuriyet kurulduktan sonra gösterse de temeli istiklal mücadelesi dönemine dayanır ve savaş şartlarının mantığını yansıtır. 1920’de, Hiyanet-i Vataniye kanunu çerçevesinde TBMM tarafından kurulan mahkemeler istiklal kazanıldıktan sonra da siyasi rakiplerin ve tehlikeli görülen kesimlerin tasfiyesi için kullanıldı.

İstiklal Mahkemeleri tutanakları sadece tarihçileri ilgilendiren bir arşiv malzemesi değil elbette. Mahkemelerin suçlamaları, verdiği cezaları ve sanık sandalyesine oturtulanların kimlikleri, özellikleri bugünlere kadar yansıyan, “devlet anlayışı” dediğimiz ideolojik tutumun şifrelerini ele verir. Bu bakımdan İstiklal Mahkemelerinin tutanakları yeni bir gelecek inşası için de ibret alınması gereken belge niteliğinde. Zira mahkemelerin dava konusu olan suçlamalarının çeşitleri, devletin ideolojik aygıtı olarak hukukun kullanışlı hale getirilmesinin kaba bir örneğidir.

Uygarlaşma, Batılılaşma adına iktidar erkini elde tutan bir zümrenin topluma yeni elbise biçmesinin en somut ve acı veren boyutu İstiklal Mahkemelerinde sergilenir. Eğitim, kültür politikaları, medya nasıl devletin öngördüğü tipte insan yetiştirmenin aracı olarak kullanılmışsa (her devletin yaptığı gibi) İstiklal Mahkemeleri de tersinden bu modele alternatif ya da engel görülen unsurların temizlenmesi için kullanıldı.

Dönemin yönetim anlayışına dayalı olarak nasıl bir sistem inşa etmek istediklerini, neleri ve hangi gerekçelerle cezalandırdıklarını, zihin okuma belgeleri olarak, hamasetten uzak soğukkanlılıkla değerlendirmek için bulunmaz imkan. Bu döneme ait zihniyetin biyolojik ömrünü tamamlamış olması bunun farklı versiyonlarının geçerli olmadığı anlamına gelmiyor elbette.

İstiklal Mahkemeleri bağlamında en başta tartışılması gereken husus, kuruluş amacı ile daha sonra işleyiş biçimi ve fonksiyonu. İstiklal mücadelesi sırasındaki kuruluş amacının daha sonra çok farklı mecraya evrildiği muhakkak.

Yeni rejimle birlikte sadece rejime muhalif olan fiili ayaklanmalar değil bizzat yeni uygarlaşma projesine aykırı görülen sembol isimlerin bertaraf edilmesi, bu yolla toplumun sindirilmesi, yani uygarlaşmaya icbar edilmesinin hikayesidir. Bunun için gerektiğinde Menemen gibi istihbarat işi irtica komplolarının tezgahlanmasından bile geri durulmayacaktır.

Mahkemelerde şapka, kılık-kıyafet gibi “şekli unsur”ların idamla sonuçlanan cezalar kesmesi, bu yeni toplum projesinin giyotini işlevi gördüğünün tezahürü. Tarih, kültür, inanç, değer yargılarını hiçe sayarak bir gecede medeniyet değişimini planlayanların geleceğe dair fantezilerini karşılayan kıyım makinesiydi.

İstiklal Mahkemelerinin önemli işlevlerinden biri de, değer yargılarından, dünya görüşünden bağımsız olarak siyasi rakiplerin, potansiyel güç merkezlerinin tasfiyesini gerçekleştirmekti. Burada iç içe iki halka var. Geniş halkada eski İttihat Terakkici kadroların tasfiye edilmesi… Zaten yeni rejimin kurmaylarından İttihatçı gelenekten gelmeyen yoktu. Fakat İttihatçı kadrolardan liderlik yapabilecek isimler önce yönetimden uzak tutuldu, pasifleştirildi; Kurtuluş Savaşının bitmesiyle birlikte ayıklanmaya tabi tutuldular. Yönetim oturmaya başladıkça dar kadronun dışında kalan ama her anlamda ağırlığı olan isimler hakkında, İzmir suikastı gibi olaylarla, İttihatçı zekanın İttihatçılara karşı kullanılmasına tanık oluyoruz

Bu tasfiyelerin her zaman ideolojik olduğu söylenemez, hatta çoğunlukla böyle değildir. Tasfiye edilen komutan ve bürokratların yeni Cumhuriyet ideolojisiyle sorunlarının olduğu da ileri sürülemez. İstiklal Mahkemeleri maharetiyle bir kısmını idam etmeye cesaret edemese de itibarsızlaştırır ve ardından tasfiye ederek bir ömür boyu göz hapsinde tutulmalarını sağlanacaktır.

Muhafazakâr çevrelerin, siyasi tasfiye nedeniyle yaşanan mağduriyetleri, ilkesel okumaya tabi tutması tam bir yanılgıdır. Haksızlık kime yapılırsa yapılsın karşı çıkmak başka, mağduriyet üzerinden İslami kimlik inşa etmek başka bir şey olsa gerek. Eski İttihatçılardan en az Kemalistler kadar Batıcı bazı isimlerin yüceltilmesi bu dönemden miras kalan yanlış tarih okuma örneklerinden biridir.

İstiklal Mahkemelerinin siyasi bir yapı olduğunu herkesin bilmesine rağmen hukuk ve adalet savunucularının hiç birinin itiraz etmemesi Cumhuriyet aydın zihniyetinin bugüne sarkan uçlarıdır. Sanıkların suçlu olup olmadıkları, alınan kararların hukuka uygun olup olmadığı bir tarafa, bizzat mahkemede görev alan yargıçların özellikleri her şeyi şaibeli hale getirir. Hiç bir hukuk formasyonu olmayan, “emir kulu” tiplerin, çoğunlukla önemli davalarda Ankara’dan aldıkları emirler doğrultusunda, karar almaları hiç de nadir görünen vakalar değildir. Hatta bir taşra şehrinde aynı otelde beraber kalıp gündüz yargıç-sanık konumuna geçenlerin trajikomik hallerini Eşref Edip anılarında çok güzel anlatır. Yargıçların da elinden gelen bir şey yoktur; idam kararı dahil ağır cezaları verene kadar kanaat sahibi değillerdi. Zira son karar Ankara’dan gelmektedir.

Tutanakların yayınlanması, sadece hukuk tarihi açısından değil, hem hakimler hem mahkum edilmişlerin ve topyekun bir milletin neye icbar edildiğinin tarihi olarak pek çok ezberi bozacaktır.

lgili YazlarDüşünce, Siyaset

Editr emreakif on January 31, 2015

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar