Kaybedilen mekânlar
Bu ülkede Müslümanca hassasiyetleri olan aydınların ve sanatçıların beslendiÄŸi kaynaklarla yetiÅŸme ÅŸartları yeterince ortaya konmuÅŸ deÄŸil. Oysa bugünü anlamak biraz da içinden geçtiÄŸimiz mecraları anlamaktan geçer. Aydınların yetiÅŸtiÄŸi sosyal çevre ÅŸartlarına dair sosyolojik analizler bir yana küçük insan hikâyeleri, mekânlar daha çok açıklayıcı olabiliyor. Edebiyat da tam bu noktada devreye giriyor zaten. Hatırlatmayı silikleÅŸtiren hız dünyasına karşı hafızayı diri tutan ayrıntılar, zaman ve mekân örgüsü…
İslamcı aydınların, sanatçıların ortak mekânları ve burada öbekleşen çevreler, yoğrulan düşünceler bir neslin zaaflarını olduğu kadar imkânlarını de ele verir. Mekânla kurduğumuz ilişki biçimleri, tutunduğumuz mekânın albenisi dünyaya bakışımızı ne kadar etkiliyor? Bu soruya en iyi cevabı bugünkü sosyal ve entelektüel mekânlarla geçmişteki her anlamda yoksul mekânlarda verdiğimiz fotoğrafları kıyaslayarak verebiliriz.
Ä°ki gayretli düşünce adamının emeÄŸi ile ortaya çıkan Mekân Hikâyeleri (Ä°z Yayıncılık) kitabı böyle bir entelektüel topografya çalışması. Akademisyen ve edebiyatçı olarak iki ismin, Köksal Alver ve Duran Boz’un bitmek bilmeyen gayreti ile onlarca aydının farklı mekânlarını gün yüzüne çıkarmışlar.
Mekân ve kimlik ve de fikrî şahsiyet arasında var olan ilişkiye dair genel geçer ifadeler, kuramsal çözümlemeler bir yana, bir düşüncenin nerelerden geçerek bu günlere geldiğinin resmi ortaya çıkıyor onlarca hikâye arasında.
ÇoÄŸunluÄŸu 70’li ve 80’li yıllarda gençlik döneminin en heyecanlı çaÄŸlarını yaÅŸayan onlarca aydının mekân hikâyelerinin bir araya getirilmesi büyük emek istiyor. ÇoÄŸu edebiyatçı kiÅŸiliÄŸi ile tanınan tam 65 yazar, hayatında iz bırakan mekânları anlatmış. DoÄŸal olarak bu mekânlar düşünce dünyasının ÅŸekillenmesinde belirleyici yeri olan mekânlar.
Bu mekânların ortak yanına baktığımızda bir dönem Ä°slâmcılık adına söz söyleyen, kaygıları olan kalem sahiplerinin nasıl bir mecradan geçerek buralara geldikleri çok daha netleÅŸiyor. Okudukları kitaplar, aldıkları eÄŸitim, etkilendikleri yazarlar bir tarafa hepsini içinde eriten fikir potası olarak ortak mekânlardan söz ediyoruz. Adı konmamış birer mektep iÅŸlevi gören bu mekânlar bugünkü Ä°slâmcılık düşüncesinin zaafları ile birlikte imkânlarını da ortaya çıkarıyor…
Ä°lk bakışta benim dikkatimi çeken mekân kitapevleri oldu. Bu yazarların hemen hepsinin yolu mutlaka bir kitabevinden geçiyor. Anadolu’nun kıt imkânları içinde küçük bir kitapçı dükkânında öbekleÅŸen idealist, büyük düşler kuran insanlar. Ä°stanbul’dan gelen her dergiyi, yeni çıkan bir kitabı entelektüel bir açlıkla okuyup üzerinde günlerce sohbetlerin yapıldığı halisane umutların beslendiÄŸi ortamlar.
Önemli bir kısmı daha genel ortamları buluşma yeri olarak kullanıyor. Daha çok çayevi türü buluşma mekânları hem sosyalleşme hem de siyasal düşünsel oluşumlara, paylaşımlara yuva oluyor.
Hemen hepsi dar imkânlarla kitap alabilen, zaten az sayıda olan yayınları büyük heyecanla okuyup hayatı, olayları yorumlamaya çalışan genç insanlar. Daha dar alanda ise fiziksel imkânları herkesin elvermediÄŸi büyük ÅŸehirlerde üstadların mekânlarına uÄŸrama ÅŸansına sahip olanlar. Bunlar hem sosyal iliÅŸkileri hem entelektüel ilgileri bakımında kendilerini üstadların karşısında bulma ayrıcalığını elde edenler. Dergilerin yönetim merkezleri, yayınevleri gibi bugüne kıyaslandığında son derece kısıtlı imkânlara sahip fakat dünyayı deÄŸiÅŸtirme iddiasındaki düşünce akımlarının merkezleri. Büyük DoÄŸu, DiriliÅŸ, Edebiyat, Mavera gibi düşünce hayatında iz bırakan dergilerin merkezlerine devam eden veya burada görev alan isimlerin artık hayal etmekte zorlandığımız öykülerini okuyoruz. Büyük DoÄŸu’nun merkezinde Necip Fazıl geceleri masada uzanarak sabahlamaktadır, DiriliÅŸ’in merkezi iki masanın sığacağı kadar dar bir odacıktır, Edebiyat Dergisi benzer özelliklere sahiptir.
Anadolu’da önemli ÅŸehirlerde mutlaka tüm iliÅŸkilerin, fikirlerin birleÅŸip yayıldığı, kaynağından belli bir kırılmaya uÄŸrayıp yörenin düşünsel ve geleneksel süzgecinden geçerek yeniden üretildiÄŸi öbeklerin oluÅŸtuÄŸu kitabevleri vardır. O ÅŸehrin sözü dinlenir fikir ve düşünce erbabının tek mekânıdır. Burada kitaplarla tanışılır, burada düşünce dünyasını ÅŸekillendirecek isimler ilk kez iÅŸitilir.
Mekân hikâyelerinden Türkiye Ä°slâmcılığının temel özelliklerinden biri ortaya çıkıyor. Bir derleme kitabı disipliner bir seçki olmasa da yazısı bulunan isimlerin özelliklerine bakıldığında ortalamayı verdiÄŸini düşünüyorum. Bu isimlerin hemen hemen hepsinin ortak özelliÄŸi modern hayatın sosyalleÅŸme imkânı sunan seküler ortamlarında ÅŸekillenmiÅŸ olmaları. Yani hemen hiçbirinin hayatına ÅŸekil veren mekânlar ne bir cami, ne medrese, ne bir tekkedir. Hiçbiri bir medrese hocasının, âlimin, ya da bir ÅŸeyhin önünde diz çökmemiÅŸtir. Ä°ki istisna var. Biri Ankara’da bir ÅŸeyh ve tekkeyi merkeze almıştır, diÄŸeri ise Sivas’ta bir cami imgesini.
Türkiye’de Müslümanca düşünme ve eylem biçiminin bir bakıma zaafı sayılabilecek bu durumu, bir bakıma diÄŸer coÄŸrafyalardan ayıran önemli bir vasfıdır. Gelenekten doÄŸrudan beslenemeyen ama geleneÄŸe vurgu yapan, geleneÄŸi yeniden üreten, çoÄŸunlukla Batılı düşünürleri, metinleri okumakla beraber yerli olanın peÅŸine düşen bir aydın tipi var karşımızda. EdindiÄŸi Ä°slâmî birikimi de kendi çabaları ile keÅŸfetmiÅŸtir çoÄŸu. Bu açıdan bakıldığında Batı karşısında komplekssiz bir aydın tipi çıkıyor karşımıza. DiÄŸer taraftan Müslümanca düşünme çabası içine girerken el yordamıyla geleneÄŸin izini yakalamaya çalışıyor.
Hemen hepsi modern seküler okullarda okumuş insanlar. Ama hepsinin hayatında bir üstad, bir ağabeyin yönlendirici etkisi mutlaka var. Bu bir tür modern şeyh tipidir.
Sosyal ÅŸartlar bakımından tamamı kıt imkânlar içinde bir araya gelen öbeklerdir. Ä°stanbul, Ankara gibi merkezlerdeki yayın merkezleri bile, kıt kanaat bir araya getirilmiÅŸ; zorluklar içinde Türkiye’ye söz söyleme kaygısı taşıyan mütevazı yerlerdir. Åžatafatlı salonlar, pahalı organizasyonlar, masraflı ziyafet ortamları yoktur. Hiçbiri yazdığı yazı için telif pazarlığı yapmaz, yaptığı büyük söylevindeki aydınlatıcı fikirleri için para talep etmez.
Aşkla yoğrulmuş hissiyatın fikriyat ve fiiliyata geçmesi için sabırla örülmüş bir neslin hikâyesi… Önce mekân kaybedildi, sonrası çorap söküğü gibi geldi. Bugünlerde İslâmcılık tartışmalarının neden tuhaf bir mecraya evrildiğini anlamak isteyenler, neleri kaybettiklerine baksınlar.
Ýlgili YazýlarDüşünce
Editör emreakif on April 25, 2017