Kazanan değil kaybeden önemli

Sadece dünya meselelerine dair fikri olduÄŸunu düşünen sade vatandaÅŸ deÄŸil dış politika yazarları, strateji uzmanları, analistlerin sıkça kullandıkları kalıplar vardır. Mesela, enerji alanında ‘Avrupa-Rus mücadelesi’, OrtadoÄŸu’da ‘Amerikan müdahalesiyle oluÅŸan dengeler’, Ukrayna’da Avrupa yanlısı hükümete karşı ‘Rusya’nın oyunu’ vs… Cömertçe kullanılan bu dış baÄŸlantı ve etki faktörüne dayanılarak yapılan analizler pek komploculuk ithamıyla karşılanmaz; üstelik ‘derin analiz’ itibarı bile görebilir.

Türkiye’nin özellikle iç dengelerine dair küresel aktörleri devreye sokan bir yorum yaptığınızda ise kolaylıkla komplo teorisine prim vermekle küçümsenebilirsiniz. Evet, Türkiye herhangi bir ülke deÄŸil, her geliÅŸme dışarıdan yönlendirme sonucu ortaya çıkmaz. Ancak dışarıdan etkiye açık olan yanlarını, gücünün sınırlarını, dahası dünya sistemi içinde ülkeye biçilen ve biçilmek istenen rolü de tarihsel perspektifle jeo-stratejik olduÄŸu kadar jeo-ekonomik ve jeo-kültürel faktörleri de göz önüne alarak okumak, çözümlemek zorundayız. Aksi takdirde öz güveni olmayan edilgen ve sürüngen bir teslimiyetçilikle kendini aÅŸağılayan, hiçbir inisiyatif alamayan, bağımlı aydın, devlet adamı konumuna düşersiniz. Tersine, gücünüzü olduÄŸundan fazla büyütüp, gerçeklikten kopuk, duygusal hareket ederseniz bu durumda da var olan potansiyelinizi harcayabilirsiniz.

Evet, Türkiye son Osmanlı yüzyılından beri gerçek anlamda aktör deÄŸil. Bu, büyük insan ve medeniyet birikimine raÄŸmen böyle ne yazık ki. Önce zihinlerimiz teslim alındı. Bir avuç seçkinci aydının devlet desteÄŸi ile adeta Batı karşısında bir hiç olduÄŸumuz, Batı’nın mutlak uygarlığı karşısında hiçbir deÄŸer üretemeyen, düşünemeyen, insanlığa hiçbir ÅŸey katmayan ve de hiçbir ÅŸey vaat etmeyen bir kültürden; bir an önce yine Batı’nın öncülüğünde, onun gösterdiÄŸi ÅŸekilde, kurtulmamız gerektiÄŸi telkin edildi. Bu telkinin yapısal kaynağı devlet; söylemsel yanı ise devlet aygıtları, devletten beslenen aydınlar ve bürokratlar oldu.

Batı merkezli zihinsel bağımlılığa karşı temelde muhafazakâr olan halk, resmi söyleme muhalif oldu. DeÄŸerlerine bir ÅŸekilde sahip çıkan halkın, büyük yığınların sistem karşısında belli bir mesafeyi koruması, muhalif olması siyaset teorileri açısından ilginç bir durum. Kısa süren Refah iktidarı sistemle muhalif kesim arasındaki mesafeyi kapatma giriÅŸimiydi. Postmodern darbe, Ä°slami kaygılarla yola çıkan kesimi sistemle uzlaÅŸtıracak, sistem içine çekecek son çabayı baltalayacaktı. Postmodern darbenin, siyasal sonuçları bir yana, asıl algı operasyonu olarak daha belirleyici etkisi olmuÅŸ, sistemle barışmaya hazır hale gelmiÅŸ kitlenin özellikle Silahlı Kuvvetlerle psikolojik bağını koparmıştı. Bu kopuÅŸ, muhafazakâr kesimleri daha büyük ivme ile iktidara hazırlarken içerdeki vesayeti dengeleyecek aktörlerle iÅŸbirliÄŸine itecektir. Nitekim sistemin kendini yenileme kararı ile Ak Parti’nin küresel trendlere uygun politikaları buluÅŸacak, sistem içi dönüşüm yine büyük ölçüde küresel aktörlerin desteÄŸi ile gerçekleÅŸecektir. Evrensel, çaÄŸdaÅŸ hukuk ve devlet-birey iliÅŸkileri adına yapılan bu düzenlemelerin belirleyici referansı AB, finans merkezleri, stratejik olarak da ABD ile özel iliÅŸkiler olacaktır.

Son on yıllık süreçte adeta her renk ve meşrepten muhafazakâr kesim iktidara destek ve ortak oldu. Bu süreçte askeri vesayetin kalkması geniş kitleleri rahatlatırken ilkesel düzeyde sorgulanması gereken küresel kapitalizme açılma sürecini ve onun toplumsal yansımalarını, dönüşümü adeta sorgulanmasını erteledi. Bu arada güç ve iktidar olmanın verdiği doygunluk önemli değer aşınmasına neden oldu. Bu süreçten tüm muhafazakâr yapılanmalar etkilendi.

Ancak en önemli değişim, ilk kez sistem içinde başat aktör olduklarına yönelik bir özgüven kazanmalarıydı. Bu kazanımın uzun vadede ne türden zihniyet değişimine neden olduğu ayrı bir konu, ancak, devletin gerçek sahibi oldukları gibi bir özgüven patlaması yaşandığı kesin.

Son operasyonalar bu özgüvenin hiç de gerçekçi zemine yaslanmadığını göstermesi bakımından önemli. Ayrıca daha önce lokal düzeyde var olan cemaat ve anlayışlar arası farklılık, rekabet ilk kez bir iktidar savaşına dönüşmüş görünüyor.

Postmodern darbe, sadece iç dinamiklerin eseri olmadığı gibi sadece siyasal alanla sınırlı bir müdahale de değildi. Bir toplum mühendisliği olduğu kadar zihniyet mühendisliği de gerçekleşti. İslami kaygıları olan dinamik kesim; söylemlerini, iddialarını, tezlerini ya terk ederek, ya eklektik bir senteze giderek yahut içselleştirdikleri yeni kavram ve değerlerle yola devam ederken kendilerini değiştirmiş oldular.

Yeni sürecin siyasal sonuçları kadar ve ondan da önemli olarak, yol açacağı zihniyet deÄŸiÅŸimi, bozumu, kırılması daha önemli. Ä°ktidar, devlet içi güçlere daha çok yaslanmaya zorlanırken, Camia’nın diÄŸer cemaatlerle arasına husumet girmiÅŸ ve yerli olmaktan çok küresel aktörlere yaslanan bir yapı olduÄŸu algısını pekiÅŸtireceÄŸi ortada… Ak Parti’yle yolların ayrılması bir yana, Anadolu’daki olanca çeÅŸitliÄŸi ve derinliÄŸi içeren cemaat ve oluÅŸumlardan, camiye giren iki müminin birbirine farklı gözle bakmaya baÅŸladığı bir zeminin oluÅŸmasına kimse alet olmamalı.

Sonuçlarına bakarak şimdiden bir zihniyet mühendisliğinin yürütüldüğünü söyleyebilirim.

Sadece bu algı yönetimi bile OrtadoÄŸu’daki yeni fay hatlarının nasıl oluÅŸturulduÄŸu ve ne yöne doÄŸru evrildiÄŸi göz önüne alındığında kalıcı hasarın zihinlerde oluÅŸturacağı yıkımı düşünmek bile istemiyorum.

Kimse aklımızla dalga geçmesin; bu bir fazilet mücadelesi görünümlü güç mücadelesidir. Mücadelede kimin kazandığından çok kimlerin kaybettiği daha önemli. Ve bu kaybedenin, her halükarda bu topraklarda yerli kalmaya çalışan bir duyarlılığın, zihniyetin olacağı aşikar.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on January 18, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar:
Bir Önceki Yazý: