Kongreden Ortadoğu yansımaları

Türkiye’de siyasetin geleceğini büyük ölçüde etkileyecek olan bir kongreyi yurt dışından, Paris’ten izlemek bir yönüyle olaya yabancılaşmayı getirdiği düşünülebilir. Ama siyasetin içerdeki kesafetinden bir an için uzaklaşıp dışarıdan bakabilme imkânı verdiği gerçeğini de bizzat tecrübe edenlerdenim. Hatırlıyorum, tuhaf bir tesadüf eseri Saadet Partisi’nin ikiye bölündüğü son kongrede de Selanik’teydim. AK Partinin 4. Kongresini de Paris’te izlerken, yenilikçilere karşı Erbakan’ı savunan Numan Kurtulmuş’un katılış kongresini izlediğimi fark ettim. Bu da benim kişisel hikayem açısından ilginç bir gözlem oldu.

Kongrenin gözlemleyebildiğim kadarı ile öne çıkan en önemli boyutu yabancı misafirler ve onlar üzerinden verilen mesaj. Dışarıdan bu kongrenin nasıl algılandığı hususuna geçmeden önce ekranlara yansıyan AKP görüntüsü Türkiye siyasetinde nasıl bir siyasal profil çizmektedir? Genel söyleme bakıldığında sağ-muhafazakâr bir rengin daha da güçlendiği, bu yelpazedeki tüm renkleri bünyesine katma stratejisi izlediği söylenebilir. Bir yanda şanlı tarih; Atatürk, Menderes, Özal ve hatta Erbakan’ı da içine alan büyük bir şemsiye… Başbakan açısından ilk olan Erbakan mirasına da sahip çıktığını ilan etmesi.

Muhtemel bir muhafazakar parçalanma karşısında safları sıklaştırma açısından stratejik bir adım atmaya yönelik kurgu okunabiliyor. Söylemin geri kalan kısmı ise buzdolabı, araba satış rakamları sembolize edilen kalkınmacı, tüketim rakamlarına endeksli bir gelişmiş toplum önermesi. AK Parti’nin ismindeki kalkınmaya işaret eden tüketim rakamlarının adaleti ne kadar karşılayacağı sorusu, cevaplanmayı bekliyor kuşkusuz.

Tam bu noktada kongreye gelen misafirlerin salondaki varlıklarının neye tekabül ettiği; iç politik mesajları kadar bizzat geldikleri coğrafyanın, Türkiye ile kurdukları ilişki açısından ne türden mesajlar içerdiği sorusunu önemsiyorum. Şöyle ki; gerek kongreye katılanların gerekse Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında bol bol tarihi referans veren bir asli geçmişe sahip çıkma iması olmasına rağmen, doğrudan İslamcı siyasetin unsurları yoktu. Bu durum zaten partinin kuruluş felsefesiyle de uyumluydu. Sağ ve muhafazakâr öğelerin İslamcılıkla karıştırıldığı toz duman arasında AKP kendi açısından tutarlı sayılabilirdi, İslamcı mesajların olmayışı ile. Ancak tüketim ve refah denkleminde tarihi heyecandan öteye geçmeyen söylemin boşluğunu dış dünyaya verilen mesajla dengelenmek istedi.

Yani içerde bastırılan, sessizlikle geçiştirilen bir tür İslami göndermeleri olan söylem, dışarıdan gelen konuklar üzerinden yürütüldü. Bu söylemin doğurduğu heyecan ve onura edici dozajı arttıkça içeriye yönelik beklenti geriye düşecekti.

Bu durumda dışarısının Türkiye’den ne beklediği sorusu gündeme gelebilir. Ortadoğu’nun en radikal ‘dinci-İslamcı’ yapılanmasının bile Türkiye modeline, liderliğine vurgu yaptığı bir dış-algıdan söz ediyoruz. Gerçekten Türkiye modeli hangi beklentiye cevap vermektedir ki, bir tür liderlik payesi ile onura edilmektedir?

Ortadoğu’ya, İslam dünyasına yaklaşmak; İslam kardeşliği ve dayanışmayı da çağrıştırdığı için hatta Türkiye için gündeme getirilemeyen dini heyecanın bu alanda yükselttiği için karşılık bulan bir söylem. Ortadoğu’dan gelenler için ise, Müslüman kalarak kalkınmış, demokratikleşmiş ve hatta sanılanın aksine kimi çevrelerce ‘ takdir edilesi bir batılılaşma ve modernleşme’ tecrübesi yaşayan ülke. Başbakan’ın karizması, yönetiminin artan itibarı sayesinde bizzat Ortadoğulu liderlikler nezdinde Türkiye deki sistemin temel farklılığı sayılması gereken laik karakterinin sorgulanmamsını getiriyor. Hatta laik modeli zamanla içselleştirilen bir modellemeye dönüşüyor.

Ortadoğu’nun tarihsel olarak Türkiye’den uzaklaşmasının temel gerekçesi olarak gösterilen hilafetin kaldırılması, laiklik uygulamaları bugün tam tersi bir işlev görüyor. Özellikle Amerikan’ın askeri ve siyasi nüfuzunun olduğu bölgelerden Türkiye ye yöneltilen ‘bu işi nasıı başardınız’ sorusu, aslında ‘Türk modeli’ var mı yok mu sorusuna pratikte nasıl karşılık bulduğu hakkında bir işaret olabilir.

Müslümanların dayanışmasına kimse itiraz edemez. Ne var ki bu dayanışmanın hangi siyasetler, küresel ilişkiler ağından geçerek gerçekleştiğini, dayanışmanın modellemesi sorgulanmalı. Bu sorgulamayı bugün için değil dün ve yarınlara yönelik olarak yapmak zorundayız

Yoksa Filistin’le dayanışma derneği kurmanın bile ‘bu’ konuda Dışişleri Bakanlığı gerekli olanı yapıyor’ denilerek izin verilmediği bir dönemler hatırlandığında Meşşal’in kahraman ilan edildiği bir atmosferi önemsemeli. Bu önemseme görüntünün farklı yansımalarını göz ardı etme hakkını bize vermez.

lgili YazlarSiyaset

Editr emreakif on October 2, 2012

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar