Kudüs seçim rüşveti değildir

Amerika’daki başkanlık seçimleri Ortadoğu’nun geleceği, Müslümanların kutsalı üzerinde kumar oynamaya, zar atmaya dönüştü. İsrail’e verilecek rüşvetler için başkan adayları her tür dengeleri hatta kutsalı çiğneme pahasına cömert vaadlerde bulunuyorlar.

Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek bu rüşvetler sadece vaadlerden ibaret değil. Bölgeye yönelik askeri, siyasi operasyonlar bile seçime ayarlanmış durumda. Geçmişe bakıldığında Ortadoğu’daki gelişmelerin başkanlık seçimlerini doğrudan etkilediği göz önüne alındığında bu yarış daha da kızışabilir. Mesela İŞİD’e karşı yapılacak askeri harekat seçime endekslenmiş durumda. Ekim ayının ikinci yarısında başlaması planlanan Musul harekatının muhtemel sonucunun seçime ayarlı PR çalışmasına dönüşmesi bu stratejinin parçası…”Suriye’de barış imkanının kalmadığı” açıklamasını yapanlar seçimlere gölge düşürmemesi için kanıksanmış katliam döngüsünün sürgit devamından ahlaken rahatsız değiller.

Oysa medyatik algı ve Avrupa’daki kanlı eylemeleri nedeniyle yeterince şeytanlaştırılan İŞİD e karşı bir askeri zafer kazanmak her gün sivillerin katledilmesini engellemekten daha önemli. Cumhuriyetçilerle aradaki fark kapanmaya başladıkça ölülerin tabutu üstünde daha çok zar atılacak gibi.. İslamofobik Trump’un ırkçı söylemleri karşısında Clinton’ın demokratik ayarlarının bedelini Halepli çocuklar ödemeye devam edecek.

Amerikan seçimleri öncesi kimden ne kadar vaad ve yardım anlaşmaları koparmanın peşindeki İsrail başbakanı da bu durumu sonuna kadar kullanıyor.. Emperyal amcalarından öğrendiği siyonist sömürgeciliği daha da güçlendirmeye, aldığı destekle yüzsüz işgali genişletmeye çalışıyor. Nitekim Obama’nın son günlerinde 38 milyar dolarlık askeri yardım anlaşmasını yaparak işi garantiye alması bununla yetineceği anlamına gelmiyor. Clinton’un kazanması için Yahudi seçmenin desteğini almayı amaçlayan Obama kesenin ağzını açtı. Öte taraftan Netanyahu, Cumhuriyetçi adayla da görüşerek kazanması durumunda neler koparacağının hesaplarını yapıyor.

Trump’un dillendirdiği, her tür insani değer ve kutsalı hiçe sayan söylemeleri Netanyahu ile görüşmesinde iyice çığırından çıktı. Seçildiği takdirde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını açıkladı.

Bunun ne anlama geldiğine değinmeden önce altını çizmek zorunda olduğum bir husus var. Kudüs meselesi Türkiye’de ve İslam aleminde sadece İslamcıların ya da siyasal İslamcıların meselesi değildir, son zamanlarda bu yönde bir algının oluşmasına, meselenin ciddiyetine gölge düşürmeye yönelik algı çalışmalarının artması dikkate şayan. Kudüs duyarlılığını mahkum etmeye yönelik propaganda maalesef bu hatırlatmayı zorunlu kılıyor. Kudüs İslamcıların içi boş retoriklerinden ibaret bir meseleye indirgenmeye, bu yönde algı oluşturulmaya çalışılıyor.

Hiç bir Amerikan başkan adayının seçilmesi durumunda İsrail’e böylesi bir rüşveti verme hakkı yoktur.

Kudüs İsrail’e verilecek bir seçim rüşveti değildir. Kudüs ne sadece İslamcıların, ne Filistinlilerin hatta Arapların meselesi olmaktan ibaret değildir.

Hatta Kudüs sadece Müslümanların meselesi de değildir.

Kudüs Müslümanların olduğu kadar Hıristiyan dünyasını da ilgilendiren, siyonist sömürgecilerin işgali altındaki kutsal şehirdir.

Bu nedenle İsrail’in tek yanlı ilan ettiği başkent olma iddiası başta Amerika olmak üzere dünya tanıma cesareti gösterememiştir. Trump’un masaya sürdüğü Kudüs kartı, ne siyasi ne de hukuki olarak tek yönlü alabileceği, oldubittiye getirilecek bir karar olmasının çok ötesindedir.

Derin sessizliğe, dağınıklığa ve rehin alınmış siyasi iradelere rağmen İslam dünyası için Kudüs karşılığı olmayan hamaset konusu değildir. Ve sadece Filistin-İsrail çatışmasıyla sınırlı bir mesel de değildir.

Siyonist sömürgeciliğe karşı çıkmayı antisemitizm, Kudüs davasını dillendirmeyi “İslamcı terörizm” olarak algılanmasını isteyenlerin tüm algı operasyonlarına, bölgedeki Müslüman aktörlerin olanca kayıtsızlıklarına rağmen bu coğrafyanın şahdamarı Kudüs’tür.

Netanyahu hazır Amerika’ya gelmişken emperyalizme övgüler düzmekten de geri kalmamış. Avustralya başbakanına, ülkemiz dediği Filistin’i Osmanlı hakimiyetinden çıkardıkları için müteşekkir olduğunu söylemiş. Tabii bunu tüm reel gerçekleri altüst eden bir dille yapıyor. Sanki dedeleri bu topraklarda doğmuş, kimsenin yaşamadığı Filistin de Osmanlı işgalinde arazi parçasıymış gibi bir dil. Anzakların bile Britanya emperyalizmine alet olmaktan utandıkları bir dönemde sömürgeci-işgalci dille meşruiyet sağlayamaya çalışmanın ahlaki sınırı ne olabilir ki? Diğer tarafta küresel emperyal güç olarak Amerika’yı yönetmeye kalkanların siyonist sömürgecilere rüşvet yarışına girmeleri de dünya düzeninin ahlaki yapısını gösterir.

lgili YazlarDünya, Düşünce

Editr emreakif on September 28, 2016

Etiket: , ,

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar

Bir Önceki Yaz: