Kudüs: Taş ve işgal mimarisi
Kadim toprakların, tarihi şehirlerin kaderi; geçmişleri gibi inişli çıkışlı, bilinmezlerle dolu ve bir o kadar da çok yönlü faktörlere bağlı. Tarihi şehirler sadece bir yerleşim yeri değildir; üstünde yaşayanlar da sadece günlük hayatını tamamlayan sıradan insanlar değildir. O şehrin insanları bunun farkında olmasalar da şehrin hafızası o şehrin insanına galebe çalacak, şehri ve tarihi bir şekilde hatırlatacaktır. Şehir asla unutmaz çünkü.
Eğer insanların hafızasının, kimliğinin oluşumunda mekânın, tarihin bir şekilde katkısı, etkisi varsa tarihi dokuya gözlerini açarak büyüyen insan tekinin davranış kodları, hayata bakışı, bilinç düzeyi de şehrin meydanlarından sokaklarına, taş evlerinden kiremit çatılarına, mabetlerinden insan kıyafetlerine değin uzanan bir yığın çevre şartlarının etkisinde kalır.
Tarih bu şehirlerde, bu kadim coğrafyalarda nihai hesaplaşmayı yapar. Bu nedenle bu tür mekânlar, coğrafyanın tüm modern zaman aygıtlarının ayartıcı gelişmişliğine rağmen son hükmü verir.
Kadim şehirler; modern zamanların savaşlarına, siyasal anlaşmalarına, toplumsal altüst oluşlarına bir şekilde ya direnirler ya öncülük ederler ya da geleceğin şekilleneceği pek çok oluşumu beslerler.
Bu şehirler, bu topraklar etrafında oluşan askeri, siyasi anlaşmazlıklar, çatışmalar sadece görünür savaşlardan ibaret değildir. Bu toprakların anlaşılması siyaset-diplomasi sınırlarını aşar; daha fazla bir derinlik, boyutluluk gerektirir. Buraya dair her uluslararası anlaşmazlığın, çatışmanın çözümü de sadece siyaset, uluslararası hukuk yahut askeri anlaşmaların dikte ettiği maddelere sıkıştırılamaz.
Dünyanın en kadim şehri olarak medeniyetlere beşiklik eden, aynı anda askeri işgale uğrarken, tüm uluslararası hukuk ve diplomasi anlaşmazlıklarına konu olan, etnik ve dini tahakkümün kimlik, mimari, ekonomik mücadeleye sahne olduğu etno-politik görünümlü bir çatışma alanından bahsediyoruz: Kudüs ve Filistin…
Filistin ve özellikle Kudüs konusunda ortaya konan retoriğin literatür üretimi ile ters orantılı olduğu tezinin en iyi ispatı, bu konuda yapılan Türkçe yayınların durumu olsa gerek.
Üstelik hemen her türden siyasal ve ideolojik çevrenin sahip çıktığı, bir şekilde siyasal projelerinin meşrulaştırıcı argümanı, iddiası, tezi olarak öne sürdüğü Filistin gibi canlı bir konu söz konusu olunca ayrıca düşünmek gerekiyor.
Zira Filistin, Türkiye’de dünya görüşü olarak taban tabana zıt kesimlerin çözüm teklifleri bağlamında olmasa da sorunu sahiplenme anlamında nadiren ortaklaştıkları konulardan biridir. Siyonist kolonyalizmin Filistin’in işgali ve bölgedeki uygulamalarına karşı teklif ve önerileri farklı da olsa ortak duyarlılık… Batı emperyalizminin post-kolonyal döneme sarkan ve tüm acımasızlığı ile dayatılan sömürgecilik örneğine karşı, sol ideolojiden dini bilinç düzeyine kadar her düzeyde bir dayanışma, sahiplenme söylemi hemen her dönem diri oldu.
Resmi söylemin “Araplar bizi arkadan vurdu” tekerlemesini boşa çıkaran Filistin’i sahiplenme, Filistinlilerle dayanışma ve İsrail’e karşı durma tavrı aslında resmi söyleme bir muhalefet ihtiyacı açısından da okunabilir. Böylece Cumhuriyet’in ezberlettiği Araplar söylemiyle adeta ümmet duyarlılığından arındırılmış seküler Türk kimliğine karşı bir protesto, muhalefet şekli olarak öne çıktı Filistin duyarlılığı. Bu yönüyle, Filistinlilerin yaşadıkları ve karşılaştıkları baskıdan bağımsız olarak bile, bir iç hesaplaşma sorunu olarak görülebilir.
Sol ideolojik grupların Filistin’le dayanışmaları, daha Batıcı, seküler ama Kemalist sınırları zorlayan bir muhalefet tarzının ifadesidir. Dönem itibariyle Filistin direnişinde öne çıkan sol-milliyetçi hava ile Türkiye’deki enternasyonalist solun tuhaf uyumu söz konusudur. Pratikte ise sol gruplara militan yetiştiren ve darbeler sonrası sığınılacak bir yerdir Filistin fikri. Fakat solun Filistin’le bu denli içli dışlı görünmesine rağmen ilgilendiği ve fiziksel temasının olduğu mekân Filistin değildir. Daha çok Beyrut’taki Filistin gerilla kampları ve geçici olarak da buradaki mülteci kamplarıyla sınırlıdır Filistin ufku. Araçsallaştırılmış bir atlama taşı işlevi gören, ideolojik söylem için afiş görseli sağlayan bir imgeden öteye gitmez Filistin.
İslami duyarlılığı olan kesim içinse durum daha da farklıdır. Kemalizm’in ümmetçilik karşıtı milliyetçiliğine karşı cevabı da zımnen içeren, kardeşlik duygusallığının dayanışmacı söylemidir Filistin. Ve sadece bununla sınırlıdır. Pratik karşılığı olarak, Kudüs ve Filistin sloganlarının atıldığı mitingler, gösteriler ve salon programlarıdır.
İslami kesimlerde Kudüs daha bir öne çıkacaktır. Bunun gerekçesi, dini olduğu kadar, Filistin mücadelesi adına öne çıkan grupların ideolojik aidiyetleridir. İdeolojilerinden arındırılmış bir Filistin mağduriyetini sahiplenme söz konusudur.
Genel anlamda Filistin ve İsrail işgalinden bağımsız olarak Kudüs duyarlılığı daha özel bir bilinç ve dikkat durumuna işaret eder. Kudüs’ün dini olarak kutsiyeti, onu mekân ve tarih üstü bir konuma da yerleştirir. Olanca tarihselliğiyle birlikte Kudüs’ün sahip olduğu kutsiyetin saldırıya uğraması karşısında Müslüman vicdanında ve bilincinde açtığı derin yaranın tezahürüdür Kudüs söylemi.
İsrail’in Filistin’i işgal etmesi, Kudüs’ü esir alması üzerine geliştirilen söylem ve duygusallık bağlamında hem dini kaynaklar hem de yaşanan reel duruma ilişkin, bilgi düzeyinde bile ortaya çıkan derin çelişki bu zamana kadar kapatılamamıştır. Literatür eksikliğinin oluşturduğu derin uçurumdan dolayı tekrarlanan, dillerden düşmeyen bu söylem, gerçekliğe tekabül eden somut durumla bir türlü buluşturulamaz.
Türkçede gerek çeviri gerek telif olarak Kudüs hakkında, temel bilgilendirme düzeyinde bile, başvuru kitaplarının bulunmaması ne demek istediğimizi yeterince açıklıyor.
Sadece bir örnek olarak, Kudüs ve Mescidi Aksa’nın anlatımı ile duvarları süsleyen gelenekselleşmiş çerçeveli Kudüs resimlerinin bile muhayyel olarak gerçeklikle örtüşmesi sağlanamaz tuhaf biçimde.
Bunun tipik örneği Mescidi Aksa Camii ile altın kubbesiyle öne çıkan Kubbetüssahra’nın karıştırılmasıdır. Kubbetüssahra’nın Mescidi Aksa zannedilmesi durumu sanılandan çok yaygın olduğu gibi bu durum eğitim seviyesi ile de alakalı değildir. Üniversite düzeyinde, aktif İslami eylemlilik içindeki kesimler arasında bile yapılacak basit bir soruşturma durumun vahametini ortaya koyacaktır.
Filistin’in Siyonist sömürge güçlerince işgal edilmesine karşı çıkan, Filistinlilerle dayanışmanın gereğine vurgu yapan hemen tüm çevrelerin en önemli eksiği, temel düzeyde bu işgalin nasıl sürdürülebilir olduğuna ilişkin kapsamlı bilgidir.
“İsrail ne tür bir işgal politikası izlemektedir”, “demografik dengeler nedir” gibi temel soruların cevaplarından mahrum yürütülen bir söylem gücü… Arapların bizi arkadan vurmaları resmi söylemi aşılsa bile bir tür Türk oryantalizmi devreye girer ve Arapların İsrail’e toprak sattıkları için, savaşmadıkları ve savaşmayı bilmedikleri için yenildikleri, hatta kendi elleriyle topraklarını teslim ettikleri önyargısı öne sürülür.
Mesela su kaynaklarının kontrolü, bunların kullanımı ile İsrail işgal stratejisi arasındaki ilişki gibi hayati bir soru bu Filistin söyleminde yer almaz. Yahut Kudüs’ün işgal edilmişliği ile bunun uluslararası anlaşmalar ve hukuk karşısındaki durumunun ne olduğu hemen hiç bilinmeyen, gündeme getirilmeyen bir başlıktır. İsrail’in işgal politikaları ile Kudüs stratejisi arasındaki ince ayar, farklılık zaten çok belirsizdir. Oysa demografik yapının bozumundan, Kudüs’e uygulanan ince strateji ile Filistinlilerden arındırma ve Yahudileştirme stratejisine değin ayrıntılı bilgiler akademik düzeyde bile mevcut değildir. İletişim imkânlarının geliştiği son yıllarda da bu konulara dikkat çekecek, bir sorunsal olarak ele alacak yaklaşımın eksikliği, daha doğrusu bilinç körlüğü devam etmektedir.
Filistinlilerin yine bir yabancı fon desteği ile yaptıkları önemli çalışmalardan biri olarak PASSIA almanağı kendi başına bir bilgi kaynağı olarak her yıl yenilenmektedir oysa. Ekonomik, demografik, uluslararası hukuk karşısındaki durum gibi ihtisas isteyen konuların yanı sıra yapılan anlaşmaların tüm ayrıntıları bulunabilmektedir. Ayrıntılı ve görsel olarak mükemmel hazırlanmış Filistin ve işgal haritası kendi başına çok şey anlatmaktadır. Üstelik bir almanak içinde yer alan ve başlı başına kitap hacmindeki adres rehberi bulunmaz bir hazine değerindedir. Her yıl yenilenerek yayınlanan bu almanağın olduğu gibi basılması bile önemli bir katkı sağlayacaktır.
“Oyuk topraklar – İsrail’in işgal mimarisi, Eyal Weizman- Açılım ” kitabı da tam bu konuyu ve aynı zamanda bunu aşan derinlikte bir boyutu ele alıyor. İşgalin mantığını Siyonizm’in ideolojik temelleri ve araçları üzerinden bir okuma denemesi…
Kitabı benzerlerinden ayrıcalıklı kılan en çarpıcı bölümlerinden biri Kudüs’te uygulanan işgal mimarisi ve bu mimari ile inşa edilmek istenen yeni Yahudi ve İsrailli kimliği… İngiliz işgalinden miras kalan taş yapıların zorunlu hale gelmesi bugün tarihi mekân duygumuzu tatmin eden görüntünün ardındaki ideolojik müdahaleyi çözümleme imkânı veriyor. Modern bir ulus inşası için dine dayalı, belki bir tür anakronizmle, geleneksel mimarinin kullanımı, daha doğrusu araçsallaştırılması… Kolonyalizm sonrası pek çok yeni ulus devlette, modern ulus inşasında, daha çok modern mimari anlayışın vandalca müdahalesi ile geleneksel mimari işlevsizleştirilirken burada tam tersi bir uygulama söz konusu. Türkiye’deki modern mimarinin işlevi göz önüne alındığında Kudüs’te tam zıt yönde ama benzer insan tipi için hizmet ediyor.
Mimarinin kullanımı sadece anakronizmle sınırlı değil elbette; Kudüs’ün Filistin bütünlüğünden koparılması için özellikle 1967 sonrasında işgalci Yahudilerce yapılan yerleşkelerle nasıl kuşatıldığı, etrafındaki binalarla doğal ortamından koparıldığı ve en son dev beton duvarların hangi güzergâhı takip ederken Filistin’i, Kudüs’ü parçaladığı ya da belediye sınırları ile uluslararası hukuk engelinin nasıl aşılmaya çalışıldığı, Kudüslü olan kimliğin (Filistin’in statüsünden farklı bir durum) nasıl kaybettirildiği ve halkın nasıl göçe zorlandığı…
Bu ayrıntılar bile hem mimari hem kolonyalizm stratejisi çerçevesinde slogana kaçmadan ama çarpıcı çözümlemeler ve teknik bilgi sunuyor.
Kudüs’ün anlamını askeri ve demografik müdahalalerle boşaltmaya,/değiştirmeye zorlanışını çıplak gözle yakalamak mümkün. Modern mimari ve imkanlarının etno politik bir stratejinin ana ekseni olarak kadim şehre farklı bir tarihsellik ve kutsallık imgesi yüklemesi itibarıyla, hangi yollarla ideolojik aygıta dönüştürüldüğünün hikayesidir bu.
lgili YazlarDünya, Düşünce, Kültür, Siyaset
Editr emreakif on April 11, 2016