Maden ocağına gömülen imaj

Soma bu ülkede ilke ve dürüstlük, vicdan ve tutarlılık, vaat ve sorumluluk, değer ve adalet gibi temel çelişkilerin uç verdiği alanlarda bir dönüm noktası olmayacaksa konuşulanlar dönemsel duygusallıktan, siyasal öfkeden, hesap vermeyen bir vicdan edebiyatından öteye geçemeyecek demektir. Saman alevi gibi sönen öfke, acıma, paylaşma, pişmanlık gösterilerinin değiştiremediği tek şey; istismar ve sorumsuzluğun alın teri ve insan hayatını değersizleştirmesi olacaktır.

Neyin eksik ve nelerin gerekli olduÄŸu konusu, teknik anlamda herkesin bildiÄŸini zannettiÄŸi basit tedbirler olabilir. Ancak temel eksikliÄŸin bir zihniyet, öncelik sorunu olduÄŸunu vurgulamak gerekir. Türkiye’de birbiriyle zıtlaÅŸan toplumsal farklılıklar insani deÄŸerlerde de zıtlaşırlar. Sol Kemalist ya da genel anlamda seküler çevreler dini bir talep söz konusu olduÄŸunda tepkileri hazırdır: din istismarı! SaÄŸ muhafazakâr kesimler de işçi emek, sömürü gibi talepleri duyduklarında ‘işçi, emek istismarı’ parantezine alıp bunları yok sayan bir tepki verirler.

Yurtdışındaki Türklerin en çok kullandığı yeni kavramlardan biri, ‘Türkiye’nin imajı’. Camia tüm meÅŸruiyetini Türkiye’nin yurtdışındaki imajı çalışmalarına yükler; muhafazakâr saÄŸ kitleler son on yılda Türkiye’nin artan imajıyla gurur duyar. Özellikle Türkiye’nin ekonomik baÅŸarısı söz konusu olunca bu saÄŸ muhafazakar kesimlerle le de sınırlı kalmaz, daha geniÅŸ toplumsal kesimlerin sürekli ürettiÄŸi bir imgeye dönüşür. Muhafazakârlar tüm renkleriyle bununla gurur duyarken, seküler, batıcı çevreler de muhafazakar bir halkın ekonomik baÅŸarı öyküsü olarak bunu modern projenin artı hanesine yazar.

Türkiye’nin ekonomik büyümesinin maddi ve ilkesel maliyeti hiç sorgulanmadan yapılan bu gönüllü imaj çalışmasının ahlaki ve ilkesel deÄŸerler açısından ne anlama geldiÄŸi sorusunu herkesten önce varoluÅŸunu Müslümanlıkla iliÅŸkilendiren, anlamlandıranların sorması gerekmektedir. Kazancın, emeÄŸin, servetin, ülkenin zenginleÅŸmesinin, refahın artması ve paylaşılması gibi bir dizi soruyu gündeme getirmesi gereken bir sistemik ve ilkesel sorgulamadan söz ediyoruz.

Türkiye’nin ekonomik baÅŸarısını sadece Anadolu insanının dinamizmi ile açıklamak; çok aldatıcıdır ve hatta pek çok zaafı, ahlaki açığı örten bir ÅŸal iÅŸlevi de görür. Türkiye’nin ya da aynı modelle baÅŸka bir Müslüman ülkenin gerçekleÅŸtirdiÄŸi/gerçekleÅŸtireceÄŸi ekonomik baÅŸarının sorgulanmaya muhtaç göstergelerin mahiyeti, toplumsal bedeli ve sonuçlarıyla yüzleÅŸmeyi erteleyen propagandist yaklaşım, Müslümanların savunduÄŸu temel deÄŸerlerle çeliÅŸir.

‘Müslüman bir ülke olarak gösterilen bu ekonomik baÅŸarının…’ diye baÅŸlayan akademik ve medyatik söylem aslında, Batı-dışı bir toplum olarak moderniteyle bir türlü uzlaÅŸamayan Müslüman ülkenin neoliberal politikalar eliyle küresel kapitalizme entegre olması, bu entegrasyonu gönüllü gerçekleÅŸtirmesi ve buna ciddi bir itirazın gelmemesi anlamına geliyor. Küresel dünya ile entegre olmaya ikna edilen Müslümanların aslında özellikle finans kapitalizminin yanıltıcı, kolay elde edilmiÅŸ görünen nimetlerine râm olması anlamına gelir.

Söz gelimi en temel sorulardan biri olarak, faize dayalı ekonomik sisteme alternatif geliÅŸtirmeden, bu ekonomik baÅŸarının bir kaç bin dolar daha fazla kazanıp, kiÅŸi başına düşen milli gelir rakamına bakıp sessiz kalmayı, içselleÅŸtirmeyi ve temel itirazı geri çekmeyi içerip içermediÄŸi sorulmalı. Ekonomik baÅŸarı olarak gösterilen seviyenin dini bütün Müslümanların ekmeklerine daha fazla faiz payı bulaÅŸması anlamına gelip gelmediÄŸi gibi… Yahut daha sistematik olarak ekonominin kendi kurallarına tabi ve razı olmayı içeren bir sekülerleÅŸmeyi içerip içermediÄŸi sorusunu örtbas etmektir.

Dini ve inancı ne olursa olsun neoliberal politikalar üzerinden emeğin daha çok sömürülmeye açık hale gelmesini sorgulamamak, böyle bir problem alanını görmemek de bu imajın parçası sayılabilir.

Kul hakkı, emeÄŸin kutsallığı, adalet gibi temel ilkeleri menkıbe düzeyinden güncel hayata, toplumsal, siyasal ve insani düzeyde pratiÄŸe ve iktisat anlayışına ‘insana deÄŸer vermenin ve saygının’ düsturu olarak gerçekleÅŸtirmeden maden ocaklarındaki acılar devam edecek. Ölümler karşısında gayetle derin acı duyanlar, hatta ölümleri istismar etmek hayasızlığından kaçıp acıyı, gözyaÅŸlarını içine gömenler, acıların sistemik temellerini sorgulamadıkları sürece toplumsal ve bireysel olarak yaÅŸanacak felaketler ateÅŸine odun atıyor olacaklardır. Hem sömürü ve adaletsizliÄŸe karşı en âlemşümul ilkeleri savunup hem de küresel kapitalizme eklemlenmeye itiraz etmemek tüm deÄŸerleri maden ocağında zehirlemek demektir. Maden ocağındaki ölümlerin somut anlamda teknik hataların sonucu olarak gösterilip geçiÅŸtirilemeyeceÄŸi gibi ahlaki, dini, vicdani, ilkesel nedenlerini sorgulamadan ne ekonomik baÅŸarıyı ne de insanlığımızı maden ocağının karanlık kuyularından çıkarabiliriz.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on May 17, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar:
Bir Önceki Yazý: