Medyatik aydın öfkesi
Sebebini anlamazsanız kendi öfkenizin esiri olursunuz. Karşıdakinin öfkesinin gerekçesini doğru okuyamazsanız kendi gerçekliğinizin esiri olursunuz.
Türkiye’de öfke birikmesi yaÅŸanıyor. Öfke sahiplerini de, öfkenin muhataplarını da teslim alan, akıllarını, iradelerini rehin alan gerilim.
Öfkenin hedefi kabaca Başbakan, hükümet ve daha geniş anlamda muhafazakar kesim. Öfkelenenler ise dünün muktedirleri, statükocuları ve bunların sürüklediği dün de, bugün de anlaşılmayanlar, ötekileştirenler; yani muhalefet.
Öfkelere biçim verenler, siyasal bir muhalefete dönüştürüp, siyasal hedefe yoÄŸunlaÅŸmasını saÄŸlayanlar, algı yönetimini yönetenler dünün muktedirleri. Kendilerini statükoyu kontrol eden, sistemin ve de memleketin sahibi gören mutlu azınlık olarak dünün muktedirleri bugün kendilerini ‘düşük iktidar’ olarak görüyor.
Öfke patlamasının nesnel gerekçeleri, somut ve gerçek uygulamalar elbette var. Ancak bu gerekçelerin ve olguların mevcut öfke patlamasının rasyonel açıklamalarından bağımsız bir kaç boyutu var. Somut gerçekliğin muhayyel düşman algısına dönüşmesi korkudan çok öfke patlamasına neden oluyorsa burada daha karmaşık bir durum var demektir.
Öfkenin sahibini aklı seliminden uzaklaştırması anlaşılır bir durumken öfkeye hedef olanın kendini, sorgulamaktan uzaklaştırması da bir o kadar dikkat çekici.
Öfkenin kaynağında olan, daha doğrusu öfke siyasetini yönlendiren iki grup var: Kabaca statükoyu, siyasal iktidar erkini kontrol etmeye alışkınlar; ikincisi bu dönüşüm de dahil olmak üzere siyasal ve entelektüel hayatı kontrol eden iktidar.
Türkiye’de yaÅŸanan son on yıllık dönüşümde siyasal, ekonomik, bürokratik iktidar sahiplerinin el deÄŸiÅŸtirdiÄŸi çokça söylendi. Evet, Türkiye’de ilk kez muhafazakâr kesim önemli bir gücü eline geçirdi ve bunu bırakmak istemiyor. Buna karşın Ä°kinci MeÅŸrutiyet’ten beri siyasal ve entelektüel iktidarı elinde tutanların, nasıl düşünmemizden neye inanmamız gerektiÄŸine kadar kafa biçimlendirme misyonunun, iktidarının kaybedildiÄŸi izlenimine kapılmaları…
Ä°kinci MeÅŸrutiyet’e giden yolda paradoksal bir süreç yaÅŸandı. Sultan Abdülhamid günlük pratikleri, inançları ne olursa olsun, kendisini boÄŸacak olan öfke denizine su taşıyan kanalları bizzat kendisi açmıştı. Abdülhamid modernleÅŸmenin en önemli atılımlarını gerçekleÅŸtirmiÅŸ, bu kanallarda yetiÅŸen neslin öfkesine kurban gitmiÅŸti.
Tarih sanki yeniden kuruluyor. Ak Parti iktidarı memleketi, özellikle ekonomik anlamda, Batı’ya entegre ederken bunun doÄŸal sonucu olarak geliÅŸen yeni toplumsal refleks muhalefet olarak karşısına çıkıyor. Burada kritik soru, ilk iki dönemde Ak Parti iktidarı desteklenirken birden ne oldu da bu büyük öfke patlamasına dönüşen bir muhalif dil ortaya çıktı?
Özellikle liberal kesim, Türkiye’nin geleceÄŸini ÅŸekillendirmeye kendini zorunlu gören Batıcı seçkinler grubu muhafazakâr kitlelerin siyasete yürüyüşünü kontrol edebileceklerini, dönüşümü eninde sonunda kendilerinin ÅŸekillendireceÄŸini düşünüyordu. Bir yanda küresel kapitalizme entegrasyon tamamlanır, memleket ekonomik olarak büyürken Anadolu’nun bundan pay almasına pek ses çıkarmayan entelijansiyanın birden öfke patlamasına kapılmasının sırrı üzerinde yeterince durulmadı. Zira bu kesim Batılı normlar üzerinde memleket dönüşürken bu sürecin kendi entelektüel iktidar alanının belirlediÄŸi çerçevede gerçekleÅŸmesini istiyor ve umuyordu. Ne var ki, bu eklemlenme sürecinin muhafazakâr tonları olsa da, hatta bu süreç istedikleri gibi sonuçlansa bile projenin fikir sahipliÄŸi çatışması yaÅŸanacaktı.
Liberaller, Kemalistler, sol muhalifler bir ÅŸekilde ‘ayak takımı’nın memleketin Batı’yla kuracağı yeni iliÅŸki biçimini, toplumsal normları ve siyasal dizaynı belirleyemeyeceÄŸinden emin olarak süreci yönlendireceklerini umuyorlardı. Ne var ki süreçte devre dışı kalmaları, bu sürecin tam da istedikleri gibi gerçekleÅŸme ihtimali olsa bile, kabul edilebilir bir hal deÄŸildi.
Özellikle entelektüel iktidar çevrelerinin muhafazakar iktidara karşı yaÅŸadığı öfke patlamasının bu inisiyatifi kaybetme duygusuyla yakından alakalı olduÄŸunu düşünüyorum. 20. yüzyılın en büyük antropologlarından Clifford Geertz’in ‘derin oyun’ dediÄŸi kavramsallaÅŸtırmayı hatırlatır biçimde derin iktidar, oyuncaklarından olmuÅŸtu. Oyuncağın elinden alınması her zaman asap bozucudur. Türk solu ve sağıyla Batıcılık bir tür entelektüel çocukluktur.
Bozulan ‘derin oyun’un çift taraflı öfke sarmalına dönüşerek memleketi teslim almasının en tehlikeli yanlarından biri, öfkenin hedefinde olanların özeleÅŸtiri imkânlarının tıkanıp topyekûn savunma, haklılaÅŸtırma duygusuna kapılmasıdır. DiÄŸer tarafta öfke seli saplantıya dönüşmüş, benden sonra tufan anlayışına bürünmüş görünüyor.
Mevcut dönüşüm erkinin, yeni iktidarın öfkeli muhalefetin kontrolünden çıktığının, aydınlatıcı (!) misyonuna ihtiyaç duymadığını hissettirerek siyaseti dizayn ettiğinin bilincine varmasından kaynaklanıyor asıl tepki. İktidara dair farklı bir modeli olmayan muhalefetin sistemi sorgulamak yerine öfkeyle taşması hali bizzat siyaset tarzının anormalliğinin nedenidir de. Bir tür medyatik düzeyde tezahür eden entelektüel nüfuz kaybının sonuçlarıdır. Medyatik vesayet kaybının toplumsallaşma çabasındaki muhalefete sarılması ise olayın doğasını değiştirmiyor.
Diğer yanda iktidar sahipleri açısından kendi içindeki yozlaşmayı sorgulamasını erteleten, değer aşınımına neden olan bir savunma hali yaşatıyor. Her iki taraf da, öfkenin muhatabı ve mağduru olarak, körleşmekte ve değerler aşınmaktadır.
Unutmamak gerekir ki, Türkiye’de yaÅŸanan dönüşüm büyük ölçüde iktidar erkleri arasında bir kadro deÄŸiÅŸimidir. Esasa dair tartışmanın önünü tıkayan öfke sahici çözümlerin yolunu kapatır.
Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset
Editör emreakif on June 3, 2014