Mısır Sisi’den ibaret değildir
Genel olarak hariciyeciler hariçten gazel okuyanları pek sevmez ve okumazlar da. Hariçten gazel okuyanların başında elbette gazeteciler, köşe yazarları, bazı yorumcular gelir. Sağlam argüman geliştirebilen, taşları yerine oturtan akademisyenlerin bir kısmından ve ilişkileri nedeniyle bazı köşe yazarlarından ciddiye alınanlar olabilir. Bu arada kamuoyu oluşturmak için medyanın çok önemsendiğini inkar edemeyiz; zaman zaman basın mensupları bilgilendirilir, hatta görüşlerine başvuruluyormuş gibi bile yapılabilir.
Buna rağmen bazı hususların paylaşılmasında fayda var: Mesela bir tarafta Türkiye’nin kıskaca alındığı tezi işlenirken diğer tarafta adeta kendi ülkesinin zorda kalmasını isteyen bir dil kullanan haber yorumlarının çıktığı bir ortamda bazı şeylerin başka türlü de yapılacağını söylemenin gergin siyasal ortamda pek iyi karşılanmayacağı açık. Zira dış politika yapımcılarının, bunlara yakın analistlerin, hatta yazarların sahip olduğu “bilgileri bilmeyen”, yani hariçten gazel okuyan gibi algılanmak pek mümkün.
Mesele sadece büyük güçlerin Türkiye’nin yeni hamlelerini sınırlamak, teslim almak için komplolar kurmaları, kuşatmaları gibi gerekçelerle geçiştirilemez. Hatta bunlardan tümüyle bağımsız bazı adımların atılması artık aciliyet kespetmeye başladı. Suriye politikası artık kangren olmuş bir yaraya dönüştü, daha fazla kan akmasını durduracak bir strateji değişikliğine gidilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin politikalarını yeniden gözden geçirmesi gereken sorunlardan birinin de Mısır olduğu her geçen gün daha da kendini hissettiriyor.
Önce şu tespitleri yapalım: Mısır’da tarihinin ilk serbest seçimle gelen başkanı, yönetimi askeri bir darbe ile yıkıldı. Meşru bir devlet başkanı ve hükümet, gayrimeşru ilan edildi; destekleyen milyonlarca kitleye karşı devlet terörü uygulandı. Binlerce insan hapiste, gösteriler katliam boyutunda kan dökülerek bastırıldı, memleket tam bir askeri diktatörlüğün kıskacına girdi.
Buna karşılık Türkiye resmi olarak en üst düzeyde bu durumu eleştirdi, meşru yönetimden yana tavrını koydu. Dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye pek hevesli Batı ülkeleri sessiz kalmak bir yana adeta askeri darbeyi desteklediler. Sebep çok açıktı; kendilerine yakın bulmadıkları siyasal kesimin bertaraf edilmesini destekliyorlardı. İslami hareketler dahil olmak üzere bölgenin ehlileştirilmesi, sisteme eklemlenmesi için benimsenen geçiş süreci işlememiş, adeta fabrika ayarlarına dönülmüştü.
Tam bu noktada Türkiye’nin durumu çok kritik oldu. Türkiye’ye adeta Tahrir Meydanı’nda mikrofon uzatılmış, Arap Baharı’nın rol modeli olmaya namzet gösterilmişti. Darbe tüm bunları tepetaklak etti. Hepsinden önemlisi orda kan akıtılmaya başlamış, on binlerce insan zindanlara doldurulmuştu. Sivil gösteriler hala kanla bastırılmaya devam ediyor. Türkiye’deki halkın Rabia dayanışması, diplomatik tepkilerden doğal ne olabilirdi? Sadece iç politik nedenlerle darbeye sessiz kalanlar, üstü örtük destekleyenler ve bu yolla hükümete aba altından sopa göstermek isteyen kesimler hariç… Haritada yerini bile bilmedikleri dağ köyündeki devrime türküler söyleyen romantik devrimci bilinç, Ortadoğu’nun en büyük ülkesindeki faşizm karşısında gizli bir memnunluk duyuyordu.
Bu çerçevede Türkiye’de en üst düzeyde darbeye, baskıya karşı çıkılırken hükümetlerden bağımsız olarak Mısır’la tüm köprülerin atılması noktasına gelindi. Müslüman Kardeşler’e verilen destek Sisi tarafından manipüle edilerek düşmanlığa dönüştürüldü. Yönetimler bir tarafa, iki ülke halkının birbirine düşmanlaştırılması süreci politik malzeme olarak Sisi tarafından çok iyi kullanıldı.
Bu noktada onarılması gereken hata nerede?
Türkiye ve Mısır soğuk savaş sürecinde hep farklı kamplarda oldu. Unutmayalım; Enver Sedat’ın öldürülme gerekçelerinden biri de Kıbrıs’ta Rumları desteklemiş olmasıdır.
Mazlumlarla dayanışma, adalet arayışı, cuntacılara karşı duruşun asil bir yanı var. Tam bu noktada sorun şu: Hiç bir devlet, dış bağlantılı herhangi bir siyasal harekete müsamaha göstermez. Siyasal olarak yasadışı saysa bile yerli olan bir hareketle bir şekilde uzlaşabilir.
Türkiye’nin en alttan en üst düzeye kadar verdiği destek ve dayanışma Müslüman Kardeşler’in adeta Türkiye’nin içerdeki uzantısı gibi algılanmasına ya da bu şekilde lanse edilmesine zemin hazırladı. Toplumsal düzeyde sivil olarak, hatta belli ölçüde resmi düzeyde darbeye ve uygulamalarına karşı çıkmak başka bir şey, tümüyle köprülerin atılması başka bir şeydir ve uzun vadede Mısır’ı İsrail’e yaklaştıracaktır. Zaten darbenin amacı da Camp David denklemini sorgulayan yönetimi devre dışı bırakmaya yönelikti. Mısır, İran ve Türkiye’nin bir araya gelmemesi durumunda Ortadoğu’nun her zaman dış müdahaleye açık hale gelmesi kaçınılmazdır. Tam da bugünlerde yaşadığımız gibi…
Müslüman Kardeşler’e askeri rejimin baskısını hafifletmek, muhtemel arabuluculuk imkanını kollamak için diplomatik kanalların kapanmaması gerekirdi. Bu anlamda siyasi olarak darbeye karşı çıkarken devlet düzeyinde bazı kanalları açık tutacak bir tutumun izlenmesi İhvan’ın üzerindeki baskıyı hafifletebilirdi.
Darbeye karşı siyasal anlamda karşı çıkmak, toplumsal tepkilerle destek vermek yapılması gerekendi. Ancak gelip geçici hükümetlerin ötesinde kalıcı olan ülkenin, iki toplumun arasındaki köprüleri atacak bir dilden kaçınmak gerekir. Mısır, Türkiye, İran ayrışmasının tam da bölge dışı güçlerin bölgeyi yeniden dizayn etmeye soyundukları ortamda bulunmaz bir fırsat verdiğini görelim.
Unutmayalım, Mısır Sisi demek değildir.
lgili YazlarSiyaset
Editr emreakif on November 25, 2014