OrtadoÄŸu’da yükselen güç-deÄŸer çeliÅŸkisi
Uzun zamandan beri, 1970’lerden itibaren ama özellikle 80’lerden sonra yoÄŸunlaÅŸarak Immanuel Wallerstein, Amerika’nın düşüşü tezini dile getirir. SoÄŸuk savaÅŸ döneminin bitmesiyle birlikte Amerika merkezli tek kutuplu düzende, yani ‘tarihin sonu’nun ilan edildiÄŸi, bu ülkenin tek küresel aktör haline geldiÄŸi dönemde bunu savunmak cesurca idi. Bugünlerde daha çok kiÅŸi, en azından Amerika’nın eski gücüne sahip olmadığında hemfikir gibi.
Amerika’nın siyasal ve askeri güç olarak hala en güçlü olduÄŸu ama ekonomik olarak eskisi gibi olmadığı, en azından karşısına güçlü rakiplerin çıkmaya baÅŸladığı, dolayısıyla ekonomik gerilemenin askeri ve politik kapasitesini de aÅŸağıya çektiÄŸi muhakkak. Amerika’nın düşüşünün somut olarak bölgemiz için ne ifade ettiÄŸine bakacak olursak, 11 Eylülle beraber baÅŸlayan iÅŸgal sürecinin düşüşe geçen bir imparatorluÄŸun yarınlarına dair bir düzenleme olduÄŸunu belirtmeye gerek yok. Düşüşe geçen her imparatorluk tehlikeli olur. Amerika da muhtemel rakipleri karşısında kontrollü düzenleme yaptı.
Amerikan düşüşüne dair iddialarını sürdüren Wallerstein, ‘Orta DoÄŸu’da ÅŸimdiki güçlü aktörlerin hiçbiri (gerçek manada hiçbiri) artık iÅŸaretleri Amerika BirleÅŸik Devletleri’nden almıyor. Buna Mısır, Ä°srail, Türkiye, Suriye, Suudi Arabistan, Irak, Ä°ran ve Pakistan da dahil’ demiÅŸ. Çok iddialı olan bu söz belki bölgedeki ülkelerin yöneticilerinin ve vatandaÅŸlarının gururlarını okÅŸayabilir. Dünyanın her tarafındaki istihbarat ağı ve bunları deÄŸerlendirecek ‘düşünce kuruluÅŸları’nın yanı sıra akademik ve entelektüel kapasitesine raÄŸmen bunu düşünmek kulaÄŸa hoÅŸ gelebilir. En azından bölge ülkelerinin karar verme kapasitelerinin artması, bağımsız inisiyatif geliÅŸtirmeleri yönünde eskiye göre daha ileri olmalarını temenni etmekte beis yok.
Tarihin sonu ilan edildiÄŸinde, kapitalizmin nihai zaferi olarak iÅŸaretlenmiÅŸti. Amerika’nın tek kutuplu dünyanın yegane küresel gücü olması ile tarihin sonunun geldiÄŸi tezi aynı stratejik bakışla algılandığı için küresel kapitalizm de Amerika demek oldu. Amerika’nın düşüşe geçtiÄŸini söyleyenlerin hemen hiçbiri küresel kapitalizmi sorgulamıyor aslında. Mesela Amerika’nın karşısına Çin’in yükseliÅŸini koyanlar DoÄŸu’nun bu yükselen gücünün hangi ekonomi-politik deÄŸer/sistemle rakip olduÄŸu sorununu gündeme getirmiyor.
Çok uzaÄŸa gitmeye gerek yok; Wallerstein ekolünün dillendirdiÄŸi Amerika’nın düşüşü tezinin OrtadoÄŸu’ya uygulanmış versiyonu üzerinden benzer sorgulamayı yapmamız biraz rahatımızı kaçırabilir. Küresel ölçekte Çin yahut Rusya’nın rakip olarak Amerika’nın karşısına çıkmaları ile küresel kapitalizmin sorgulanır olması arasındaki temel çizgiyi fark etmediÄŸimizde güç ve sistem çeliÅŸkisini çözememiÅŸ olacağız. Bu düşüş hikayesini OrtadoÄŸu’ya uyguladığımızda güç dengeleri ile alternatif sistem ve deÄŸerler sisteminin neresinde durduÄŸumuz sorusuyla yüzleÅŸmek zorunda kalırız.
EÄŸer Amerikan gücü OrtadoÄŸu’da eskisi gibi etkin deÄŸilse, bölgesel güçler daha bağımsız karar alıyor ya da Amerika’dan bağımsızlaşıyorsa soru ÅŸu olmamalı: Amerika’nın gücünün yerini hangi güç/ler alacak? Bunu yerine sorulması gereken yakıcı soru ise; OrtadoÄŸu’da yükselen yeni güçler hangi deÄŸer sistemleri, hangi ekonomi politik düzenler üzerinde yükseliyor?
Bölgede son yüzyıl içinde yaÅŸananlara bakıldığında siyasi, ekonomik, askeri bakımdan müdahil olan bölge dışı aktör deÄŸiÅŸikliÄŸinin dışında temel çeliÅŸkide farklılık olmadı. Osmanlı sonrası bölgeyi dizayn eden Ä°ngilizlerin çizdiÄŸi harita büyük ölçüde geçerli. OrtadoÄŸu’nun ÅŸifreleri büyük ölçüde Britanya imparatorluÄŸu tarafından belirlendi ve patronluÄŸu kaybetse de etkisini sürdürüyor. Ä°kinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın bölgeye gelmesi Anglosakson sömürgeciliÄŸin devamıydı. SoÄŸuk savaÅŸ dönemi yaÅŸanan Sovyet rekabeti somut olarak Osmanlı sonrası gerçekleÅŸen dizaynın sürdürülmesi anlamına geldi.
Batı ittifakının askeri, ekonomik, siyasi tahakkümüne karşın OrtadoÄŸuda kapalı ekonomiler devam etti; ne kapitalizmin ne sosyalizmin tam anlamıyla uygulandığı söylenemez. Nasır dönemi Mısır ne kadar sosyalist idiyse Enver Sedat döneminin Mısır’ı da o kadar kapitalistti. Her iki sistem de politik yapıları ÅŸekillendiren elitleri belirlerken halkın hayatını, alışkanlıklarını, üretim biçimlerini temelden deÄŸiÅŸtiren yapılar deÄŸildi. Ama her birinin ortak yanı bölgenin tarihsel ve kültürel birikimine yabancı oluÅŸlarıydı.
EÄŸer Amerika’nın gücünün geri çekilmesi söz konusuysa bunun yerini dolduran askeri, ekonomik gücün hangi sistem üzerinde yükseldiÄŸi sorusunu sormadan güç yarışına girmenin ‘deÄŸer’ sahibi bir bakış olmadığı aÅŸikar. OrtadoÄŸu’da hangi ülke küresel kapitalizmin yahut ABD’nin temsil ettiÄŸi ekonomik sistemin alternatifi ya da buna karşı meydan okumaya giriyor? Küresel ölçekte nasıl Çin, daha önce Japon deneyiminde olduÄŸu gibi, kapitalist deÄŸerlere yaslanarak yükseliyorsa bu deÄŸiÅŸim de daha adil bir dünya kurulacağı anlamına gelmeyecek, sadece aktör deÄŸiÅŸimi anlamında bir eksen kaymasından ibaret kalacaktır.
OrtadoÄŸu ülkelerinin kendi deÄŸerler sistemlerini üretmeden güç yanılsaması yaÅŸamaları bu coÄŸrafyanın bağımsızlaÅŸması, kendine dönmesinden çok küresel kapitalizmin yerli versiyonlarına dönüşmesi anlamına gelir. Kapitalizmle ulusdevlet iliÅŸkilerinin geldiÄŸi aÅŸamayı doÄŸru okuduÄŸumuzda güç dönüşümünün modernliÄŸin bir sonucu olarak kapitalizmin aşınmasından çok onun eklemlenerek yeniden üretilmesi anlamına geldiÄŸini görebiliriz. Bu çerçevede Türkiye’de yaÅŸanan dönüşüm iyi bir okuma parçası olabilir. Kapitalizmle iÅŸbirliÄŸi yaparak, neoliberal politikaları kurumlaÅŸtırarak güçlenmek bölge dışı güçler karşısında görece inisiyatif kazanmayı saÄŸlayabilir. Bu durum kapitalizme meydan okuduÄŸunuz anlamına gelmediÄŸi gibi yerli versiyonunu yenide üretilmesiyle de sonuçlanabilir
Ýlgili YazýlarDünya, Düşünce, Siyaset
Editör emreakif on November 12, 2013