Osmanlıca yahut hafıza söküm
Gençlerin Osmanlıca öğrenmesi meselesinde aklı başında aydının değil itiraz etmesi bir an evvel hayata geçirilmesi için çaba sarf etmesi gerekir. Gittikçe kamplaşan memlekette bu konuda yeni bir kutuplaşma konusu olmaya aday görünüyor.
Önce şu hususun netleşmesi gerekiyor: Osmanlıca yabancı bir dil midir? Eski/mez harflerle yani Arap alfabesi ile yazılan Türkçe demek buna verilecek en sağlıklı cevap olur. Selçuklu, Osmanlıdan bu tarafa bu milletin (tüm etnik farklılıklarıyla birlikte) kullandığı, kendi ses sistemine göre düzenlediği bir alfabeden bahsediyoruz. Temelde Arap alfabesi kullanılmakla beraber Türkçe ses yapısına uygun işaretleme ve harflerle dilimize uygun hale getirilen bin yıldır kullandığımız yazı sistemine yabancı kalışımızın hazin manzarasından söz ediyoruz.
Osmanlıcaya yabancılaşanlar, yabancı dil muamelesi yapanlar aynı zamanda Türkçe’nin ilk kapsamlı sözlüklerinden biri olan Şemseddin Sami’nin yazdığı Kamus-ı Türki’ye de yabancı sözlük demiş olurlar. Kendi dilinin en büyük kaynağını okuyamayan, yabancı kalan ve üstelik bunun öğrenilmesine de karşı çıkan aydın cehaletinden söz ediyoruz.
Osmanlıca tartışması hiç de yeni bir mesele değil. Türkçe’nin yabancı kelimelerden ayıklanması adına medeniyetimizin kavram haritasını oluşturan, anlamlandıran sadece Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin ayıklanması meselesi de yeni bir mevzu değil. Öz Türkçe’yi savunmak adına dilin hatırasız, hafızasız, kavramsız, şiiriyetten yoksun halde hiç yazılı eser bırakmamış kabile dili düzeyinde getirilmesinin proje olduğunu sonuçlarına bakarak görmeyen kalmadı.
Osmanlıca savunmasından çok Türkiye’de dil meselesinin neden varoluş meselesi olduğu sorusuna cevap aramak, sorunu ideolojik polemiklere feda etmemek lazım.
Bernard Lewis Türkiye’deki Batılılaşma çabaları içinde en radikal devrimci hamlenin dil konusunda yapılan değişiklik olduğu tespitini yapar. Osmanlıcayı adeta uzaylıların kullandığı yabancı bir dil gibi göstererek bin yıllık birikimi okuyamayacak, anlayamayacak düzeyde cahil bırakılmamız; aslında bu memlekete çağdaş uygarlık adına deli gömleği biçilmesinden başka bir şey değildir. Bu milletin Osmanlı dönemi metinlerine yabancılaşması alfabe kolaylığı, zorluğu meselesinden öte çok daha ciddi bir sorun. Bir milletin hafızasız bırakılması ne anlama geliyorsa eski Türkçe ile irtibatımızın koparılması da aynı anlama gelir. Osmanlıca dediğimiz eski Türkçe’nin zaman içinde dönemsel olarak geçirdiği değişim ve dönüşümler ayrı bir bahistir. Esas olan bu milletin varoluş şartını sağlayan değerleri ile bağının koparılmasıdır. Bu yönüyle Osmanlı medeniyeti ile bağların koparılması anlamındaki dil tartışmaları pratik gerekçelerden ziyade son derece ideolojiktir. Harf devrimini yapan Mustafa Kemal’in Nutuk’unu bile anlayamayacak düzeyde Türkçe’den mahrum bırakılmış bir millete hangi eser emanet edilebilir? Goethe’nin sözünü hatırlatmanın yeridir: ”Sürekli değişikliğe uğrayan dillere ölümsüz eser emanet edilemez.” Ölümsüz eser ortaya koyması bir yana emanet bile edilemez.
Bir milletin hatasıyla sevabıyla, zaferleri ve bozgunlarıyla birlikte bin yıllık tarihi ile irtibatını kökten koparılmasını savunmak ancak kültürel kolonyalizm ile açıklanabilir. Bu anlamda kendi kendini kolonileştirmeyi başaran nadir uluslardan biri olarak batıcı aydınlar projeleriyle övünebilir. İyi hatırlıyorum, 90’lı yıllarda bir üniversitenin konusu tarih olan yüksek lisans programında Osmanlıca dersi konulabilmesi için dersin adını paleografi yani eski eski yazı çeşitlerini inceleyen bilim adı altında akademik izin alabilmişti.
Kendi değerlerinden korkan bir aydınlar ve akademisyenler batılılaşmacı bürokratik elitle kol kola tarihin en büyük hafıza sökümünü gerçekleştirdi.
Osmanlıca dediğimiz eski Türkçe, ait olduğumuz İslam medeniyetinin değerleri ve kavramlarıyla anlamını bulan, zenginleşen, çağrışımlara sahip bir dildir. Her medeniyetin entelektüel ve ilmi dili elbette bir seviye farkı gösterir. Osmanlıcayı salt elitlerin, saray diline indirgemek insafsızlık olur. Kaldı ki son yüzyıldaki Türkçe, kavramlarımızı koruyan sadeleşmiş ait olduğumuz medeniyet havzasının ürünü bir dil olarak son derce anlaşılır hale gelmişti.
Osmanlıca okuyamayan Osmanlıcaya hakim olmayan bir aydının, sanatçının kendi kavram dünyasını üslubunu geliştirmesi muhal.
Yabancı kelimelerle dolu olduğu gerekçesiyle Türkçeleşmiş Türkçeyi imha edenlerin onun yerine hangi dil ve kültür dairesine teslim olduklarından söz açmaya bile gerek yok.
Bu anlamda en azından okuyup belli metinleri anlayacak düzeyde bir eski Türkçe eğitimi yarınlarımız için gereklidir. Sorun, bu eğitimin hangi yetişmiş kadrolarla ve ne kalitede verileceğidir. Gerekliliğini tartışmak abesle iştigal olur.
Editr emreakif on December 6, 2014