Osmanlı’ya nasıl sahip çıkılmaz?
Strazburg’ta bir grup vatandaÅŸ Osmanlı kıyafetleri ile referandum için oy kullanmaya gelmiÅŸ. Fransa yasalarına saygılı yaÅŸadıklarını ancak geçmiÅŸlerini, örf ve adetlerini de unutmadıklarını göstermek istediklerini ifade etmiÅŸler… Belli ki kıyafetlerin temsil ettiÄŸi ya da ona yükledikleri anlam üzerinden siyasi mesaj da vermek istemiÅŸler.
Avrupa’da yaÅŸayan bir grup vatandaşın nostaljik öykünmesi olarak okuyup geçebilirdik normal ÅŸartlarda bu tavrı.
Ancak memlekette gittikçe artan çatışmacı iklim her kesimi kendi gerçekliğinden koparıyor. Yaşadığı gerçeklikten kopuş hali muhafazakâr kesimde zamanla anakronik tepkiye dönüşebiliyor.
Osmanlı’ya sahip çıkmak ile Osmanlı özlemi duymak, Osmanlı’yı taklit etmek arasında ince deÄŸil kalın bir çizgi var. Bu kalın çizginin bile fark edilemez hale gelmesinin toplumsal sonuçları ağır olabilir.
Adeta kıyafet balosu düzenlercesine Osmanlı kıyafetleri (hangi dönemin kıyafetleri diye sorulabilir) ile geçmiÅŸe sahip çıktığını düşünen, bunu bir misyon duygusu ile gösteriye dönüştüren zihnin gelenek algısı ciddi sorunlar içeriyor. Son yıllarda daha yaygınlaÅŸan, özentili ÅŸekilde ‘Osmanlı’ ile baÅŸlayan iÅŸyeri levhaları, bozuk Türkçe ile hiçbir anlam ifade etmeyen ama Osmanlıca çaÄŸrışımı yapan terkipler bu öykünmeciliÄŸin görünür örnekleri. Bu öykünmecilik hali, kendini geçmiÅŸ özlemi ve onunla kurduÄŸu baÄŸ üzerinden tanımlayarak bugüne taşımak ‘geleneÄŸin yeniden icat edilmesi’nden de farklı bir durum…
Tarihe sahip çıkmak tarihi dondurarak kutsamak deÄŸil elbette ki… Ä°deolojik olarak batıcı seçkinlerin toplumu tarihsizleÅŸtirme çabalarına karşı muhafazakâr tepkilerin anlaşılır bir yanı vardı. Bu anlamda bizim geçirdiÄŸimiz modernleÅŸme süreci modernliÄŸin doÄŸasında var olan tepkici, reaksiyoner özelliÄŸini aÅŸan bir toplum mühendisliÄŸidir. Derin travmalara sebebiyet veren sancılı bir toplum mühendisliÄŸi…
Ne var ki muhafazakâr kitlenin çevreden merkeze yürüdüğü bir dönemde hala bu tür toplumsal ergenlik tepkileri veriyor olması tarihi anlama ve iliÅŸki biçiminde sorunlu olduÄŸuna iÅŸaret…
Batıcılığın siyasal bir projeye dönüşmesi ve toplumda yol açtığı travmaların etkisi anlaşılan bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.
Toplumun aidiyeti anlamında tarih sadece bir tecrübe hülasasından ibaret değil. O tecrübenin bugüne yansıyan boyutu özgüven ve yarına dair olgunlaşmış bir gelecek vizyonudur.
Çatışmacı ortam keskinleÅŸtikçe muhafazakârlık da yaslandığını düşündüğü tarihi tecrübeyle uyuÅŸmayan tepkiler veriyor. Tarih sadece belli bir toplumsal kesimin tekelinde deÄŸil elbette… SaÄŸlıksız tarih okuması tüm kesimlerin zihin dünyasını rehin alıyor. Mesela batıcılık da sadece Cumhuriyet tarihi ile baÅŸlayan bir süreç deÄŸil.
Bu çerçevede hem gelenekten yana olanlar hem batıcıların tarihle iliÅŸkileri anakroniktir. Mesela Cumhuriyet eliti, Cumhuriyeti kuran, milli mücadeleyi veren kadroların adeta 1923’te doÄŸup bunca iÅŸi baÅŸarmış gibi bir tarihsiz biyografi sunarlar. Oysa o kadroların tümü Osmanlı eÄŸitim sisteminin, toplumsal yapısının bir parçasıydılar. Tersinden Batıcı eltileri eleÅŸtirenler de sanki o kadrolar Osmanlı döneminde hiç yaÅŸamamış, Osmanlı sisteminin ürünü olmaktan çok, gökten inmiÅŸler gibi yaklaşır.
Tarihi hem eleştirel hem de bir tecrübe birikimi olarak görmeyenler ya inkar yahut anakronik bir anlayışla tarih dışına düşerler.
İki taraflı her tür ortak değeri tartışmaya açan kamplaşmanın tarafları gerçeklikten koparmak gibi bir netice vereceği muhakkak.
Burada kritik soru Osmanlı’ya sahip çıkmaktan ne anlaşılması gerektiÄŸi sorusudur… Osmanlı, insanlık tarihinin son bin yıllık dönemin en önemli tecrübelerinden biridir. Böylesi bir tecrübeyi devralmak küçümsenecek bir brikim deÄŸildir. Osmanlı’yı sadece Viyana kapılarına dayanan bir güç olarak algılamak adeta bozgunda fetih düşü görmeye benzer. Evet, bin yıl içinde Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar imparatorluk çapında varlık gösterebilen devlet sayısı bir elin parmakları kadardır. Ve bunun mirasına sahip olmak ayrıcalıktır. Batıcıların inkâr politikalarıyla içine düştükleri komplekse hiç gerek yok.
Ancak Osmanlı’ya sahip çıkmak adına onu dondurup bugüne taşımanın da âlemi yok.
Kıyafet balosu ile Osmanlı’nın mirasına sahip çıkılmaz… EÄŸer Osmanlı medeniyeti diye bir birikim varsa bunun sanatta, estetikte, ahlakta yansımalarına bakmak gerekir. Osmanlı’nın mirasına sahip olmak onu var kılan deÄŸerler sisteminin bugün için ne anlama geldiÄŸini kavramakla mümkün… Aksi takdirde Osmanlılık adına büyük bir geçmiÅŸi karikatürleÅŸtirmiÅŸ olursunuz…
Ä°nsani ölçekten ve estetik deÄŸerden uzak binalar, restore etmekten bile aciz olduÄŸumuz mimari eserlerle övünmek yetmez. Sinan’ın ortaya koyduÄŸu ÅŸaheserleri aynen kopya etmek de büyük ustanın mirasına sahip çıkmak deÄŸildir. VahÅŸi kapitalizm dönemini hatırlatır biçimde rant ekonomisinin ihtiraslarına teslim olmuÅŸ betonlaÅŸmış ÅŸehirler, estetik ve insani ölçekten mahrum binalarla Osmanlı’ya hiç sahip çıkılmaz. EÄŸer varsa Osmanlı mirası onu mümkün kılan deÄŸerleri bugüne söyletebilmektir.
Bu anakronik gerçeklikten kopuÅŸ hali sadece mimari estetik konusuyla sınırlı deÄŸil. Siyasal söylemde de benzer ÅŸekilde gerçeklikten kopuÅŸ yaÅŸanıyor. Bir ulus devleti en azından teorik olarak Ä°slami esasların baÄŸlayıcılığı olduÄŸu imparatorlukla özdeÅŸleÅŸtiren yanılgı…
Belki de daha önce ‘hangi Osmanlı’ sorusunu sorarak iÅŸe baÅŸlamak gerekir. 19. Yüzyıl’da adeta yarı sömürge haline gelen, batılılaÅŸma cenderesinde deÄŸerlerinden kuÅŸkuya düşen bir Osmanlı mı, yoksa Viyana önlerindeki Osmanlı mı?
EÄŸer Viyana önlerindeki Osmanlı’yı model alacaksanız, neden ve nasıl Viyana önlerinden geri döndüğümüzün cevabına dair kafa patlatmak gerekecek demektir. Tarih bilinci bundan sonra ortaya çıkar.
Ýlgili YazýlarDüşünce
Editör emreakif on April 11, 2017