Devrim Fidel’iği
Batılı modern paradigma içinde bir cüz olarak Marksizm belli zaman ve coğrafyalarda yükselen değer olmasını bildi. Alternatif bir sistem olarak Kapitalizme karşıt itirazları, Marks’in sisteme dair çözümlemeleri hala önemini korur. Ne var ki Marksizmin Kapitalist dünyaya başkaldırması, itirazı onu modernlik parantezinden kurtarmaz. Sonuçta alternatif bir paradigma sunmaz ama paradigma içi muhalefeti üstlenir.
Batı’nın zihniyet yaptırımı
Avrupa ile siyasi gerginlik yaşıyoruz. AP her türlü denge hesaplarını iç çelişkilerini bir kenara bırakarak büyük farkla Türkiye aleyhinde kararı onaylıyor. Kendi içinde çelişkiler yumağı olan Avrupa Parlamentosu stratejik kaygıları da bir kenara bırakarak Ankara’ya ders vermek isteyen bir karara imza attı.
DEVAMI>>>
Yerlilerin işgali
Yerlilik önemlidir.
Yerli olmak yerelliği aşmaktır.
Yerlilik özgüvendir, aidiyettir.
Tutunduğu, kök saldığı bir mekanı, tarihsel derinliği, kültürel aidiyeti olmayanlar evrensel düşünemezler. Kendi insanlık macerasından habersiz kalanların tüm insanlığa anlatacakları bir hikayeleri de olamaz.
DEVAMI>>>
Türkistan neresi?
Çok zayıf bir düzeyde kalsa bile hala ‘Doğu Türkistan’ tabirinin hafızalarımızda bir karşılığı var. Çin işgalindeki Müslüman Uygurların yaşadığı ama Kazak, Kırgız gibi diğer Müslümanlara da yurt olan İslam coğrafyası. Kaşgarlı Mahmut gibi Türk diline Divanü Lügati’t-Türk’ü kazandıran, Yusuf Has Hacip gibi Kutadgu Bilig’i İslam kültürüne kazandıran isimlerin yetiştiği topraklar.
DEVAMI>>>
Neoliberalizmin neomilliyetçilikle ittifakı
Başkanlık seçimleri sonrasında Amerikan siyasetinin alması muhtemel yeni şekil henüz tartışılamadan Avrupa’yı kaygı sarmış bulunuyor. Amerika’daki seçim sonuçlarının Avrupa’daki milliyetçi-sağ siyaseti cesaretlendireceğinden endişe duyuluyormuş.
Avrupa’nın, bilinçaltında yatan ırkçılığın ideolojik milliyetçilik şeklinde ortaya çıkaran sabıkasını görmezden gelirsek bu sebep sonuç ilişkisini doğru bulmamız gerekecek. Oysa Batı Avrupa’da pek çok ülkede İslamofobik ve ırkçı eğilimlerin, aşırı sağ partilerin son dönemde ciddi şekilde mevzi kazandığı sır değil.
DEVAMI>>>
Kürt senaryoları?
Dünya sistemi denilen merkezi güçlerin bölgesel hesaplarının yahut kendi aralarındaki rekabet ve çekişmelerin muhtemel sonuçlarının doğru okunması karar vericileri de vatandaşı da doğrudan etkiler. Kitlelerin siyasetle doğrudan ve bu denli ilgili olduğu toplumlarda her yorum, muhtemel gelecek öngörüsü memleketin sosyal dokusunu bile etkileyebilir. Çünkü her şeyin siyasetten beklendiği aşırı politik toplumlar patlamaya hazır, gergin bekleyiştedir her durumda.
Ne var ki, dost muhabbetinde dünya siyasetine dair en iddialı yorumları yapan vatandaşla analistler, yorumcular hatta karar vericiler arasında bazen muhteva ve perspektif farkı kalmıyor.
DEVAMI>>>
AB macerasının sonu mu?
Avrupa Birliği eline geçen her fırsatta Türkiye ile ilişkileri geriyor. Bir yönüyle bakıldığında AB kriterleri açısından haklılık payı olan tepkiler gösterdiği söylenebilir, Madem temel değerlerinizi Avrupa Birliği’nin kriterlerine uygun hale getirmeye karar vermiş ve bu yönde siyasi irade göstermişseniz bu tür eleştiriler kaçınılmaz. Ölçüyü koyanlar yargılama hakkını ellerinde tuturlar.
Türkiye ile AB ilişkileri bu kadar düz ve tek boyutlu değil elbette.
Interview with Alija Izetbegović
Bosnia’s “Wise King”, Alija Izetbegovic’s last interview was conducted with writer-editor Akif Emre. Alija Izetbegovic was the hero of the Bosnian Muslim resistance during the siege of Sarajevo, the man who led his country to independence. He died in Sarajevo, on Sunday, October 19, 2003 at the age of 78.
Akif Emre, formerly editor-in-chief of the World Bulletin, interviewed the legendary Bosnian leader Alija Izetbegovic shortly before his death. Izetbegović, who established a free Bosnian state in the face of overwhelming difficulties and where a lesser man might have failed, is considered by the people as Pater Patriae renowed as the ”Wise King” thanks to his wide knowledge and background in political matters.
Akif Emre: Before you struggled as an intellectual and a political leader, I think that knowing the circumstances of your private and public life may help us understand a lot of things better. So, can we start with what kind of family you were brought up in? What kind of historical and cultural heritage did the family you were brought up in reflect?
Alija Izetbegović : In order to make clear the intellectual and cultural milieu in which I was brought up, I should like to start with the story of a child with the same name as myself “Alija”, the story of a child who was destined to marry a Turkish girl when he grew up. At the end of the 19th century while completing his military service in Uskudar, he married a girl aged 19 whose name was Sadiqah. By her he had several offspring, one of them my late father Mustafa. In 1927, we moved to a city called Bosanski Samac where Muslims were concentrated. This is an area that Sultan Abdul Aziz allocated for Muslims based on “Ush”, a region inhabited by refugees. I lived there with my siblings: two boys and three girls. I was the middle child. My father was connected with trade. But it cannot be said that he was good at it. After he went bankrupt at a time when I was two-years old we repaired to Sarajevo. There were both negative and positive aspects to our settling in Sarajevo. The negative results were due to my father who worked as a small-time clerk. We had a difficult life; our days passed in trouble. The good side was the chance to have an education. I finished high school and University there. After finishing high school, I studied in the Faculty of Agriculture for three years. Then I matriculated in the Law Faculty, where I studied until I graduated in 1956.My childhood was spent in different parts of Yugoslavia. The Yugoslavia of my childhood was different from the Yugoslavia of the Tito era that followed. At that time, the Kara Georgevich dynasty was in power. The founder of this dynasty was the famous Kara Georgevich, who had rebelled against the Turks in 1804, setting in motion a movement for Serbian independence that was finally recognised at the Berlin Congress in 1878, whereupon Serbia emerged as Britain’s ally in the Balkans, a status she has retained ever since, including both world wars. The Kara Georgevich dynasty was installed at the beginning of the 20th century; from 1903 onwards this dynasty was in power; Yugoslavia was firmly in its grip. Serbs, who accounted for 40% of the population, were the dominant ethnic group. The key posts in the administration; the civil service, the army, the police, even education, were all in Serbian hands. To the best of my recollection all the teachers in my secondary school were Serbs. My childhood was passed under a Serbian hegemony. At this time there were three oficially recognised nationalities: Serbs, Croat and Slovenes. Serbs were totally dominant. Muslims were not recognised as a nationality. This situation helps to explain the political position of the Muslims. The economic situation of the Muslims deteriorated with the Land Reform Act; after the First World War. In practical terms land reform aimed at the impoverishment of the Muslims. Under land reform 10 million acres of land belonging to Muslims were confiscated. The result was a process of depopulation; within a few years very rich families had become as poor as beggars. These years were a very hard time for Muslims. In 1918, the states of Serbia, Croatia, Slovenia and Bosnia-Herzegovina united against the possibility of an Italian invasion, thereby forming Yugoslavia (South Slavs) under the Kara George dynasty, to all intents and purposes a Serbian empire, a situation that endured till the German occupation in 1941, whereupon civil war ensued. In the Yugoslav era the Muslims had a foundation the name of which was the Yugoslav Muslim Organisation, abbreviated to YTO. The leader of the organisation was Mehmet Spaho, who was killed by Serbs in 1939. However, he was not able to achieve any concrete results in spite of his being the only person who managed to unite the Muslims. The organisation, which aimed at Bosnian autonomy, managed to gather most of the Muslims under its roof. DEVAMI>>>
Trump seçmenini aldattı mı?
Amerikan başkanlık seçim sonuçlarının pek çok çevre tarafından bu denli şaşırtıcı, beklenmedik şekilde karşılanmasında medya algı yönetiminin etkisi olduğu kesin. Adeta medyatik linç ölçülerine varan tek yanlı yayınlar en başta Amerika dışından yapılan analizleri fena yanılttı.
Seçim sonuçlarında asıl yanıltıcı kriter zihinlerde var olan Amerika imajıdır. ‘Amerikan rüyası’ndan uyanmak istemeyen, Amerika’nın siyasal, toplumsal değerleri ile gücü arasında doğrusal ilişki kurmaya yatkın algının yanılgısıdır. Demokrasi, çoğulculuk, teşebbüs ve rekabet özgürlüğünün yani kapitalizmin efsunlu gücü… Dünya gücünün dünya cenneti sayılmasının doğrudan iyi, doğru, güzel ne varsa tümünün toplumu ve siyasal tercihlerini yansıttığı yanılgısı… Amerikan sisteminin bu derece vandal bir ırkçı söyleme, popülizme itibar etmeyecek kadar tutarlı ve güçlü olduğu efsanesine olan tutkulu inanç yatmaktadır yanılgıda.
DEVAMI>>>
Amerika ortalamasını kaybetti
ABD seçimlerinin sonucu Amerikan seçkinlerinin siyaseti dizayn etme yeteneğinin sınırlarını gösterdi.
Olağanüstü medya desteği, büyük sermayenin sağladığı bütçeye rağmen Clinton’ın kaybetmesinin sonuçlarını sadece siyasal açıdan okumak yanıltıcı olabilir. Obama gibi beyaz olmayan, Afrika kökenli bir Amerikalının başkan seçilmesinin anlamı ile birlikte düşünmek gerekir. Siyahi bir Amerikalıyı başkan seçen yapı Amerika’nın tıkanan toplumsal ve siyasal kanallarını açmayı planlıyordu. Farklı renkleri, dilleri ve kültürleriyle barışık bir Amerika vizyonu çizilmek istenmişti. Dünya gücü olma iddiasını sürdürmenin yolu içe kapanmaktan değil farklılıklara açılan bir kültürel, toplumsal zenginlikten besleneceği tespitinin sonucuydu. Özellikle dış politikada sistemde radikal değişimler önermese de iç dengelerde farklılıklarıyla barışık bir güç olma projesiydi. Böylece dışlanmışların merkeze çekildiği bir denge kurulacaktı…
DEVAMI>>>