Akleden devlet var mı?
Derin krizleri yönetebilme iradesi/becerisi devlet aklı olarak ortaya çıkar. Toplumsal, siyasal bunalımların üstesinden gelme yeteneği siyasal basiret gerektirdiği gibi gelenek ve birikim de gerektirir. Bu geleneğin oluşması bugünden yarına elde edilecek bir durum değildir.
En geniş anlamda siyasal örgütlenme biçimi olarak devlet akledebildiği, bünyesinde topladığı unsurlarla ilişkisini tarihsel perspektif, hukuk, adalet çerçevesinde sürdürebildiği oranda meşruiyetini sağlar. DEVAMI>>>
Şehirleşme ve askeri alan
15 Temmuz darbe girişiminde aktif rol alan askeri birliklerin kapatılması veya taşınması kararı büyük ölçüde tamamlandı, bir kısmı da taşınıyor. Boşaltılan, stratejik gücü zayıflatılan birliklerin isimleri bile değişiyor. Özellikle darbe girişiminde üs olarak kullanılan, hava ve zırhlı birliklerden oluşması dikkat çekici.
Bu birliklerin bir zamanlar kırsal alanda iken artık şehir merkezinde kalması bir yana sahip olduğu silahların cinsi hem savunma hem de şehircilik açısından tartışılması gereken bir konu.
DEVAMI>>>
Lübnan: Ayartılanlar ve rehin alınanlar
Lübnan meclisi nihayet yaşlı bir askeri cumhurbaşkanı seçebildi. Tarafların bir türlü uzlaşamaması nedeniyle iki yıldır boş duran cumhurbaşkanlığı makamına Maruni bir Hrstiyan olan Mişel Avn geçti. Lübnan’ın siyasi tarihi gibi karışık bir kişisel tarihi olan Mişel Avn bir zamanlar can düşmanları olduğu gruplarla kurduğu ittifak sayesinde koltuğa oturdu. Lübnan iç savaşında öne çıkan isimlerden biri olan Mişel Avn, tüm itirazlara rağmen oturduğu başbakanlık koltuğunu terk ederek ülkeden kaçmak zorunda kalmış, 2005 yılında da geri dönmüştü.
Normal şartlarda böylesi küçük bir ülkede ne kadar çekişmeli olsa bile temsili bir makamın seçim süreci ne bu kadar çekişmeli olur ne de dış dünyanın ilgisini çekerdi. Ancak tüm çelikleri ile bölgenin nabzının attığı bir ülke söz konusu olunca en küçük gelişme bölgeyi, Avrupa’yı ilgilendiriyor. Zira Lübnan’ı bu denli kırılgan yapan unsur tarihi, kültürel farklılıkları kadar jeostratejik hesaplaşmaların kesişim ağında kurulmuş olmasıdır.
Cumhur elitlerin korkusu
Cmhuriyet çok farklı korkular üzerine yükseldi. Daha doğrusu Cumhuriyet elitinin korkuları siyaseti, devletin topluma bakışını şekillendirdi. Bu elitlerin en büyük korkusu her anlamda ‘geriye dönüş’tü. Yani Osmanlının gölgesini sürekli üzerlerinde hissettiler.. Bu duyguyu bir noktaya kadar anlamak mümkün; zira her şeyi ile reddettikleri bir dönemin yıkıntılarından kendilerini kurtarmaya çalışıyorlardı. Yeni bir uygarlık inşa edeceklerdi ve bu uygarlığın ötekisi de tasfiye edilen bir imparatorluğun hafızasında yerleşikti.
Sorun sadece medeniyet tercihinden ibaret olsaydı bu zıtlaşmayı bir yere kadar anlamak mümkündü. Bir gecede bir toplumun medeniyet değişimini imkan dahilinde olduğunu var sayan toplum mühendisliğini pratiğe geçirmeye çalışan kadrolardan söz ediyoruz.
DEVAMI>>>
Amerika’nın dünyaya çevrilen objektifi
Sovyet emperyalizminin Afganistan’ı işgal ettiği yıllardan hafızalarda kalan en canlı resim o küçük kızın bakışlarıydı. Amerika’nın dünyaca ünlü National Geographic dergisine kapak olan o Afgan kızın portresi hala hafızamdadır: Başını yarı açık saran örtüsünün çevrelediği masum çehreyi tamamlayan bir çift yeşil göz. 12 yaşındaki bu Afgan kız çocuğunun bakışı, tüm dünyanın Afganistan’a bakışını da belirleyen bir kare idi.
1984 yılında Afgan direnişi tüm şiddetiyle sürerken Ruslara karşı savaşan mücahidler başta Amerika olmak üzere Batı’nın desteklediği özgürlük savaşçısı idiler. Afgan mücahidlerin ideolojisi, dünya görüşü hepsinden öte işgal altındaki Afganistan’da yaşayanların dinleri, kültürleri, değerleri ile Batı uygarlığı ile hiç de uyumlu olmadıkları o dönem gündemde değildi elbette. ‘Medeniyetler çatışması’ teorileri henüz ortaya atılmamış, Batı’nın evrensel değerlerinin karşıtı olarak İslam ve İslami hareketler boy hedefi yapılmamıştı. Fakat Soğuk Savaş dönemini bitirecek yolun taşları Afganistan’da döşeniyordu.
DEVAMI>>>
Azınlık modelinden azlıklar stratejisine
Gerek bölge, gerekse Türkiye açısından bakıldığında Musul-Halep hattında yaşanan sıcak çatışma ile Bağdat-Şam arasında yaşanan diplomatik krizi anlamlandırabilmek ancak yüzyıllık tarihi perspektiften bakmayı gerektirir. Osmanlı’nın tasfiyesi sonrası bile modern anlamda ulus ve ulusçuluklara yabancı idi bu coğrafya. İslam medeniyet ufkunun şekillendirdiği bu bölgedeki Avrupa tarihine özgü ne modern ulusçuluk ne de Avrupa’yı şekillendiren mezhep çatışması vardı. Tarihimizde her şeyi sorunsuz gösteren anakronik romantizm bir yana, modern dünyayı şekillendiren zihniyetin arkeolojisi açısından farklı okumaları gerektiriyor.. Hala ulus devletlerin yapaylıklarının ortaya çıkardığı sorunlarla boğuşan bölgede ulus inşasının da her tür toplum mühendisliğine rağmen başarılı olduğu söylenemez.
DEVAMI>>>
Ses ve çizgi
Bundan on yıl kadar önce (2005) Londra’da açılan bir sergi çok konuşuldu. ‘Türkler: Bin yıllık yolculuk’ başlığını taşıyan sergi Royal Academy of Art’de izleyicilerle buluştuğunda üzerinde çok tartışıldı, yazılar yazıldı. Türklerin Orta Asya’dan Avrupa ortalarına uzanan yolculuklarını, kültür ve medeniyet verimlerini yansıtan eserler Batılıları hayli etkilemişe benziyordu. Ancak sergilenen eserler arasında Topkapı Sarayı’ndan getirilen bazı çizimler ise sanat tarihi açısından adeta keşfedilmemiş, fark edilmemiş eserler olarak ezber bozacak nitelikteydi. Mehmet Siyahkalem’in çizgilerini gören sanat tarihçileri, eleştirmenler için resim sanatı hakkında bildiklerini yeniden düşünmeye davet eden nitelikteydi.
Aliya tedirginliği
Aliya İzzetbegoviç’in her vefat yıldönümünde bir tedirginlik kaplar içimi. Aslında anılmaya değer tüm insanlar için de bu tedirginlik geçerli. Onu anlamadan yapılan anma etkinliklerinin anlaşılmasının önünde en büyük engel olmaya başlamasının tedirginliği… Aliya için her vesile yapılan övgülerde ısrarla görmezlikten gelinen husus, onun bir düşünür olarak İslamcılık düşüncesine yaptığı katkının görmezden gelinmesidir. Çağdaş İslam düşüncesinde yeri itibariyle, Aliya’nın kahramanlık öyküleri kadar ciddiyetle ele alnması gereken fikirleridir.
DEVAMI>>>
Sistemin sinir uçları
İmparatorlukların tasfiyesi sonrası ortaya çıkan uluslararası sistemde Türkiye’nin durumu istisnaidir. Batılı imparatorluklar tasfiye edildiğinde jeopolitik ve jeostratejik hinterlandı yeni duruma adapte ederek, bir şekilde nüfuz alanlarını sürdürdüler. Britanya’nın, Fransa’nın imparatorluklarının tasfiyesi sömürgelerinden el etek çekmeleri anlamına gelmedi. Bir şekilde yeni formülasyonlarla (Common Wealth gibi) ekonomik ve siyasal bağımlılık ilişkisini sürdürmeye devam ettiler. Bunu mümkün kılan en önemli argümanlar da kültür ve dil ortak paydası idi.
Osmanlı’nın tasfiyesinde ise hafızası ve mirası ile tamamen tarihten silinmesi hedeflendi. Osmanlı’yı tasfiye eden emperyalist güçler mirasına konarak vassal ilişkilerini tesis ettiler. Zaten Osmanlı’yı tasfiyeye götüren de onun jeoekonomik ve jeostratejik mirası idi. Petrolün dünya ekonomisindeki stratejik önemi anlaşıldıktan sonra bu silahın Osmanlı’ya bırakılmaması gerekiyordu. Ve tasfiye sonrası bu ekonomik mirasa da sömürgeciler konacaktı.
Rus uçağını Ruslar mı düşürdü?
Son altı yüz yıllık Avrupa tarihi Osmanlı olmadan yazılamaz. Bunun başka bir anlamı Türkiye tarihi aynı zamanda Avrupa tarihi demektir.
Osmanlıların siyasi ve askeri olarak Avrupa’daki varlığı geçici bir toprak hakimiyetinden öte derin izler bırakan, her anlamda etkisi olan bir tarihtir. Siyasi, askeri ilişkiler anlamında Batı Avrupa’nın mücadele ettiği rakip güç olarak Osmanlı varlığı aynı zamanda ‘Avrupa kimliği’nin oluşumunun en önemli kaynağıdır. “Avrupa’nın ötekisi” olarak Osmanlı, Müslüman, Türk varlığı ortak Avrupalılık bilincinin oluşumunda başat rol oynadı.
DEVAMI>>>