











Sanat ve hayat arasında ilişki hep tartışılmıştır. Geleneksel toplumlarda kozmik dengenin bir tezahürü olarak sanat ile hayat arasında bir şekilde ilişkinin var olduğu kabul edilir ve bu anlayışla sürdürülürdü. Modern insanın kendini varlığın merkezine oturtması, geleneksel varoluş hiyerarşisinin, kosmosun tepetaklak olması sanat alanında da kendini gösterecekti.
Türkiye’de son on beş yıldır geleneksel sanatlara belli ölçüde ilgi ve teşvik var. Hatırlıyorum 90’ı yılların başında geleneksel sanatları önceleyen bir “sanat galerisi” girişimimiz olmuştu. O vakitler hat, ebru gibi alanlarda eserlerini sergileyecek sanatçı sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi.. Hele bunların bir galeride, sanat çevrelerine hitapeden bağımsız sergi açma imkanı bulmaları olağanüstü bir gelişme sayılmıştı. Hayatını geleneksel İslam sanatlarına adamış bir avuç çilekeş sanatçının fedakarlığı ile bazı geleneksel sanatlar hayatiyetini sürdürmeye çalışıyordu.
DEVAMI>>>
Muhafazakarından İslamcısına tüm renkleriyle dini hassasiyetleri, kaygıları öne çıkan bu toprakların dinamizmini besleyen bir kitle var. Bu kitle siyasal tercihlerde farklılaşsa hatta birbirine rakip yapılarda karşı karşıya gelseler bile ortak paydaları dini kaygıları oldu. Bu toprakların varoluş imkanını ancak İslam sayesinde mümkün olabildiğinin farkında olmak gibi ortak özellik.
Nihai hedefleri açısından, dini kaygıları olmak gibi ortak paydada buluşan İslami kesimin her zaman insan yetiştirmeye, İslami hayat tarzını öncelemeye yönelik çalışmaları oldu. Bu çalışmaların niteliği, din anlayışlarının içeriği, yöntem sorunları, siyasi duruş, güç ilişkileri gibi farklılıklar ayrışma nedeni olsa da görünür planda iki kesim öne çıkacaktır. Bunlardan, Nurculuk kendi başına bir akım olarak dini yorum ve yöntemi ile ayrı bir yerde durdu. Siyasal bir kimlik olarak Milli Görüş çatısı altında toplanan geleneksel cemaatler, tarikatlar ve İslamcı yapılanmalar toplumsal ve siyasal söylemi ile öne çıkacaktır. Ve Kemalizmin sağ versiyonu olarak siyasete el koyan seçkinci sağ muhafazakar çizginin Demokrat ve Adalet Parti geleneğinden ayrışacaktır. Siyasal analiz boyutu bir yana Milli Görüş’ün İslamcılık anlayışı, muhtevada ne kadar muhafazakar ne kadar sistem muhalifi olduğu bir yana müesses nizamın bu hareketten (en azından mensuplarından) hiç hoşlanmadığı aşikar. Üstelik sistem içi muhalefeti bile sancılı olacak ilk fırsatta ele geçirdiği iktidar ortaklıklarında bile hedefe konacaktı.
DEVAMI>>>
Ankara’da Lozan polemiği yaşanırken yankısı Bağdat’tan geldi. Aslında bu işin ‘doğasına uygun’ bir tepkiydi ve bu kimseyi şaşırtmamalı. İmparatorluğun tasfiyesi ve onun mirası üzerinde yeni devletin inşasını resmen tamamlayan Lozan anlaşmasının ana ekseni kurulacak yeni entitenin Batı ile olduğu kadar Ortadoğu ile ilişkilerinin mahiyetinden ibarettir.
Lozan “zafer mi hezimet mi” şablonuna indirgenen anlaşmanın Türkiye’ye biçtiği rol, bir ulus devlet olarak imparatorluk mirası ile her tür bağının koparılması şeklinde özetlenebilir. Bu bağın koparılması sadece jeostratejik ilişkiler bağlamında değil, kültürel müşterekliklerin de kesilip atılmasıdır. Osmanlı’yı parçalayan emperyalizmin “evrensel medeniyet değerleri” ile devralınan mirasın tarihi ve kültürel kökleri arasında yapılan bir tercihti bu.
DEVAMI>>>
İletişim, yaşadığımızı dönemin alamet-i farikası sayılıyor hala. Haberleşme ve bilgilen/dir/me anlamında iletişimin hızla geliştiği, yaygınlaştığı, hayatı kuşattığı bir dönemdeyiz. Zamanı dönemlere ayırmaya yatkın Batı kültürünün her yeni icat karşısında tarihe damgasını vurma iddiası iletişim olgusu için de geçerli; atom çağı, feza çağı gibi tarihin sonunu da ilan eden yaklaşım eşyanın zamana hükmetme iddiasını içerir. Zamana hükmetme iddias bir tür ilahlık denemesidir … Modern insanın kendini hakikatin, evrenin merkezine oturtması, kendi icatlarına da aşkın değer biçmesini getirdi….
İletişim aygıtlarının gelişmesi teknolojik başarı ile sınırlı kalmadı. Teknolojik yenilenmenin endüstriyel hale gelmesi ile birlikte iletişimin bizatihi kendisi bir meta, bir değer haline getirecektir. Sanayi kapitalizminden finans kapitalizmine geçilebilmesi biraz da bu iletişim (enformasyon) imkanlarının gelişimiyle alakalı. Küreselleşme denilen ulus devlet sınırlarını esneten, delen olgu aslında finans kapitalizminin ulus devlet üstü bir güce ulaşması demekti.
DEVAMI>>>
Son dönemlerde medyada en rahat kalem oynatılan alanların başında herhalde dış politika gelir.
Dünya gündemine, dış haberciliğe, dış politikaya ilginin artması uzun süre içe kapanık yaşamış bir toplum için sevindirici sayılması gerekir. Statükonun toplumu kontrol altında tutabilmek için ekonomiden iletişime, akademik hayattan seyahat özgürlüğüne kadar dış dünya ile teması idelojik bir tercihti. Yabancı ülkelere seyahat edebilmek, okumak için gitmek bir ayrıcalıktı. Dışarıdan bir kitap getirmek bile ciddi engelleri aşmayı gerektirirdi. Bu ortamda dış politika, dünya gündemi de gazetelerde sınırlı düzeyde yer alırdı. Dış politika uzmanı yazar ve gazeteciler de zaten sınırlıydı; onlar da resmi dış politikanın gereğine uygun dünyadaki gelişmeler yorumlarlar ya da belli konular süzgeçten geçerek haber olabilirdi
DEVAMI>>>
Çin, Kenya’daki Nairobi Ulusal Parkı’nın içinden tren hattı geçirmeyi planlıyor’
Kapitalizmin, farklı kültür ve toplum yapılarına eklemlenerek ve kendine eklemleyerek yayılması başka bir sistemde bulunmayan ilginç bir özellik. Kazanmaya, servet birikimine dayalı bir sistemin bunu meşrulaştırmak için farklı değer yargılarını, dinleri bile kullanması anlamına geliyor bu.
Çin’in ekonomik yükselişi ve bir dünya gücü olarak sahne almaya hazırlandığı şu dönemlerde kapitalizmi kutsayan, insanlığın mutlak kaderi, kaçınılmaz sonucu olarak sunan sosyal bilimciler epeydir hararetli teorik tartışmalarla meşguller.. Doğu dinlerini, geleneksel mistik öğretileri modern dünyanın yükünden bunalanlar için bir terapi unsuru olarak görenler artık onun yeni boyutlarını keşfetti: Konfüçyüs dini ve kapitalizm ilişkisi. Tabii bu tartışamaya girmeden önce daha genel ve üst çerçeveyi çizecek olan modernizm ve Konfüçyüsizm ilişkisine dair sosyal bilimcilerce epey literatür oluşturdu. Hatta Konfüçyüsizmde demokrasinin tarihsel kökenlerine dair makaleler okumuşluğum vardır.
Onunla ilk kez Plaza Nueva’ya bakan kendi işlettiği teteria yanı çayhanesinde karşılaştım. Daha çok bizdeki pastaneyi çağrıştıran çayhanenin içi kadar bulunduğu semt de hayli ilginçti. Tarihi Gırnata’nın kalbinde Elhamra’ya bakan bir yerde bir edebiyatçı ile geçmişi, aidiyeti, kimlikleri konuşmanın kelimelere başka anlam yüklediği kesindi. Sol tarafı Plaza Nueva isimli meydana bakıyordu. Meydanın hemen başında bir zamanlar engizisyon mahkemesinin olduğu, hala işkence aletlerinin sergilendiği adliye binası vardı. Tarihi taş binanın dehlizlerinden hala çığlıkların yükseldiğini duyar gibi olurdum her önünden geçişimde. Çayhanenin tam karşısında akan derenin üstünde yükselen Elhamra’nın duvarları yeterince etkileyici görünüyor. Endülüs denilince en çok hatırlanan belki de ilk akla gelen sembol yapı…
DEVAMI>>>
Amerika’daki başkanlık seçimleri Ortadoğu’nun geleceği, Müslümanların kutsalı üzerinde kumar oynamaya, zar atmaya dönüştü. İsrail’e verilecek rüşvetler için başkan adayları her tür dengeleri hatta kutsalı çiğneme pahasına cömert vaadlerde bulunuyorlar.
Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek bu rüşvetler sadece vaadlerden ibaret değil. Bölgeye yönelik askeri, siyasi operasyonlar bile seçime ayarlanmış durumda. Geçmişe bakıldığında Ortadoğu’daki gelişmelerin başkanlık seçimlerini doğrudan etkilediği göz önüne alındığında bu yarış daha da kızışabilir. Mesela İŞİD’e karşı yapılacak askeri harekat seçime endekslenmiş durumda. Ekim ayının ikinci yarısında başlaması planlanan Musul harekatının muhtemel sonucunun seçime ayarlı PR çalışmasına dönüşmesi bu stratejinin parçası…”Suriye’de barış imkanının kalmadığı” açıklamasını yapanlar seçimlere gölge düşürmemesi için kanıksanmış katliam döngüsünün sürgit devamından ahlaken rahatsız değiller.
Abdülhamid doğum yıldönümü vesilesiyle yeniden tartışılmaya başlandı. İmparatorluğun en sancılı döneminde uzun süre ülkeyi yönetmiş padişah objektif değerlendirebilmek ne kadar mümkün?
Şu gerçeği fark etmemiz gerekiyor: Abdülhamid, Türkiye’deki tüm siyasal ve ideolojik bileşenler açısından bir metafordur. Tarihsel olarak kişiliği, yaşadıkları, hatta uygulamaları bile bu metaforun gölgesinde kalır.
DEVAMI>>>
İsrail hükümetiyle ilişkilileri hayli sorunlu görünen Obama, yönetimi bırakmaya sayılı günler kala önemli bir anlaşma yaptı. Amerikan tarihinin tekelde yapılmış en yüksek askeri yardım anlaşmasını imzalayarak yeni bir sayfa açılmış oldu. İmzalanan yardım anlaşmasına göre; on yıl içinde 38 milyar dolarlık askeri yardım yapılacak üstelik bunun bir kısmı füze savunma sistemi için kullanılacak.
İsrail’in Amerika için hem iç politik dengeler hem uluslararası düzlemde nasıl bir yere sahip olduğunu sıralamaya gerek yok. ‘Artık yakamdan düş’ dercesine tavır takındığı dönemde bile İsrail’in güvenliği ABD için tartışma kabul etmeyecek şekilde önceliğini, stratejik önemini korudu.