Postkemalizmin isyan ahlakı!
Önceki gün bir televizyon dizindeki tipleme Türkiye’de medya ahlakı ve uzantısı olduÄŸu siyaset ediÅŸ tarzlarının durumu hakkında çok açıklayıcı bir örnek sergiledi. Åžu ana kadar okuduklarıma göre bir özel TV kanalındaki uygunsuz tipe Nur Serter ismi verilmiÅŸ. Bu ismin hiçbir çaÄŸrışımı olmayan herhangi bir tipleme olmadığını her izleyici hemen fark etmiÅŸtir. Bir zamanların ikna odalarının kahramanı, ÅŸimdilerde CHP milletvekili Nur Serter’le aynı ismi taşıyan tipleme ile yapılmak istenen göndermedeki, mesaj açık. Siyasi rakibini aÅŸağılamak, gözden düşürmek… Gerçi olay patlak verip, tartışılmaya baÅŸladıktan sonra yapımcı bunun bir imla hatası olduÄŸu yönünde açıklama yapsa da (ki muhtemelen doÄŸru olsa da) oluÅŸan havayı dağıtmak zor.
Aslında bu örnekte ortaya çıkan önemli kırılma, siyaset etme biçimlerini aÅŸan ahlaki hatta varoluÅŸsal bir soruna iÅŸaret ediyor. Nur Serter’in ikna odaları; siyasi rekabetten daha çok ötekileÅŸtirdiklerini ruhen aÅŸağılamaya, imha etmeye ve hatta kendini inkar etmeye yönelik bir anlayışın ürünüydü… Kendini devlet ve muktedir gören ve dolayısıyla adaletten, insani ölçülerden azade olmayı göze alabilen ve bunu da ideolojik saplantılarının gerekçesi sayan seçkinci ama azınlık kibrinin korkularının dışavurumuydu. Muktedir ama azınlık, mütekebbir ama korkak…
Resmi politika haline getirilen bu siyasi tavır, sözel anlamda da son derece alt düzeyde bir dille takviye edilebiliyordu. OrtaçaÄŸ rahiplerinin irÅŸad misyonunu eline alan medyanın seçkin ve buyurgan kimi kalemlerinin “başörtülü f…ler” ifadesini kullanabilmesi ve bu haliyle itibar görmesi buyurgan kibrin ne seviyeye indiÄŸinin göstergesidir. GeçmiÅŸ zaman kipi kullanmamamın nedeni bu isimlerin hala ayıplanmadan, özür dilemeden “itibar”larını sürdürüyor olmalarıdır.
Ne var ki ikna odaları metaforunun taşıdığı anlama karşı çıkmak, sadece gasp edilen bir hakkın elde edilmesi meselesinden ibaret olamazdı; aynı zamanda hakka sahip çıkmayı da dillendirdiğinden dolayı destek buluyordu.
Tam da bu noktada Nurettin Topçu’nun Ä°syan Ahlakı kitabındaki müthiÅŸ tespitiyle yüzleÅŸmemiz gerekiyor: “Bir hareket, ancak kendi içerisinde baÅŸ kaldırdığı bir nizama karşılık, yeni ve zorunlu olarak daha üstün bir nizamın ihtiraslı iradesini taşıyorsa isyan adını alabilir.” Ä°syanın felsefi anlamlarına kafa yoran Topçu’nun bugüne bir iÅŸaret olarak okunası cümlelerini artık hatırlayan kalmamış gibidir: “Stirner, Rousseau ve Schopenhauer gerçek isyancılar deÄŸildirler. Zira sadece inkar etmek istedikleri nizamla kalmayıp kendi kendilerini de inkar ettiler.”
Ä°kna odalarına karşı çıkanlar aslında adaletsizlik ve haksızlık üzerine kurulu bir çarka isyan ediyorlardı. Toplumu karşısına alan, meÅŸruiyetini kibrinden saÄŸlayan azınlık iktidarı zaten biyolojik ömrünü tamamlayacaktı. Tüm hırçınlıkları da belki bu sonu fark ediÅŸlerinden kaynaklanıyordu…
Mütekebbir siyasete, haksızlığa karşı mücadele edenlerin zaman içinde bir tür postkemalizm döneminin temsilcilerine dönüştükleri süreçte isyan ahlakından sınıfta kaldıklarını gösteren çok örnek var. Topçu’nun ifadesiyle hem iddialarını kaybetmiÅŸ olmalarının hem de ahlaki ölçüler babında kendilerini inkar eden bir mevkide güç sahibi olmalarının son örneÄŸi bu dizideki rövanÅŸist tutum olsa gerek.
Yeni medya düzeninde simgeleşen bu birçok değerden malul yaklaşım, kendi kendini imhanın göstergesi sayılmalıdır.
Üstelik bu (her anlamda) kendi kendini inkar bir iktidar yanılsamasıyla pekiştirilince elde ne isyan ne de muhalefet imkanı kalmamıştır. İkna odalarının mucidinin dili ve yöntemiyle hiçbir hakikat savunulamaz, bunun meşruiyeti de olamaz.
Postkemalizm dönemi bu dili üretirken kendini tüketen, inkar eden bir dönemin adıdır.
Ýlgili YazýlarDüşünce
Editör emreakif on February 23, 2012