Rus ‘gazı’na gelmeyelim
Türk-Rus ilişkileri herhangi iki devlet ilişkisine benzemez. Avrasya’nın iki önemli devletinin ilişkisini belirleyen devlet reflekslerini, jeopolitiğini Osmanlı’dan beri günümüze tarihsel süreç içinde ele almadan değerlendirmek eksik, yanıltıcı olur. Bu durum Sovyetler dönemi için de geçerlidir, Sovyetler tüm iddiasının aksine Rus imparatorluğunun ideolojik manto giydirilmiş modern versiyonu idi.
Putin’in Türkiye ziyaretinde gündeme gelen ve Avrupa Birliği’ne karşı bir koza dönüşen yeni boru hattı meselesi Türkiye açısından stratejik bir hamle görüntüsü veriyor. Hatta özellikle stratejik avantaj olarak görmek isteyenler hayli fazla. Rus medyasında iptal edilen Güney Akım Projesi yerine “Türk Akımı” kodlaması kullanıma girmiş bile.
Yakın tarihe bakıldığında zaman zaman Rus kartını Batı’ya karşı bir koz, alternatif bir ittifak seçeneğinin siyasilerce retorik düzeyinde de olsa dile getirildiği vaki… Sonuçları pahalı olsa da kriz dönemlerinde gündeme gelmiştir. Menderes’in Moskova’ya yakınlaşma sinyalleri vermesi ile 1960 İhtilâli arasında hiçbir nedensellik bağının olmadığı düşünülebilir mi? Hele Türkiye’nin NATO’ya her şeyiyle bağlandığı, Amerika ile müttefikten çok bağımlılık ilişkisinin geçerli olduğu Soğuk Savaş döneminde affedilir bir cürüm sayılamazdı.
İhtilâlin arkasındaki “Milli Şef” Kıbrıs krizinde her ne kadar “duvar yıkılır yeni bir dünya kurulur” dese de bu adımı atamayacak kadar kurt siyasetçi olduğunu bilmeyen yoktu. Yalnız Ecevit’in sol esintiye kapılarak benzer bir söz söylemesi siyasi hayatı açısından iyi olmayacaktı. Popülerliğinin zirvede olduğu bir dönemde “duvarın öbür tarafına geçeriz…” sözünü ciddiye alan oldu mu bilemeyiz ama en azından Amerikalıların hiç hoşlanmadıkları bilinen bir gerçek.
Merkez siyasetçilerin NATO ve Batı’ya karşı Sovyetleri, yani Rusya’yı tercih edebileceklerine dair blöfleri ara sıra nükseden bir takıntı gibi görünse de jeopolitik gerçeklik Türkiye’nin yanı başında Rusya gibi bir alternatifin olduğunu da hatırlatıyor. Osmanlı -Rus ilişkilerini rakip iki imparatorluk olarak, birkaç istisna dışında hep savaş ilişkisi şekillendirilmemiş olsa da Atlas ötesi ile aynı coğrafyayı, jeopolitik havzayı paylaşan iddialı iki yapı söz konusu.
Yakın siyasi tarih Türkiye’nin sıkışınca Rus kartını Batı’ya karşı kullanma niyetini ima etmekten ibarettir. Batı’nın buna tepkisi blöf bile olsa izin vermek istemeyeceği şeklinde oldu. Çünkü Avrupa’nın kaderini doğusundaki iki ülkeyle olan ilişkisi belirlemiştir tarih boyunca. Bunlar Osmanlı ve Rusya. Osmanlı Avrupa’nın ötekisi idi ve Avrupa kimliğini biraz da Osmanlıya borçludur. Ruslar ise Batı Hıristiyanlığına karşı Doğu yani Ortodoks Hıristiyanlığın temsilcisi olarak daha çok rakip konumunda oldu. Büyük savaşlar öncesi Alman-Rus ilişkilerine dikkatle bakmak gerekir.
Tüm bu serüvenin tersine Rusların Türk kartını Batı’ya karşı kullanmak istediği yönünde emareler var. Alışık olunmayan bu durum gerçekte Rusların Batı’ya karşı Türkiye ile bir ittifak arayışı mı yoksa Batı’ya karşı kullanacağı, araçsallaştıracağı bir blöften ibaret mi?
Bu duruma dair hamaset dozajı yüksek yoruma göre Türkiye’nin güç dengesindeki yerinin değiştiğini savunanlar çıkarsa şaşmamak lazım. Evet Türkiye bölgede önemli ağırlık kazanmış olsa da ABD’ye karşı Rus dengesi içinde rakip olacak, küresel ölçekte bir denge unsuru olmadığını en iyi biz biliyoruz. Ülkenizin gücünü, kapasitesini doğru tespit etmek genelde hamasi beklentileri açısından küçümseme, aşağılama olarak algılayanlar olacaktır.
Putin’in Batı ile kapışması, kendisinin de açıkladığı üzere Sovyet dönemindekinin aksine siyasi ve ideolojik değil. Rusya imparatorluk rüyasını diriltmek için stratejik önceliklerini sert askeri yöntemlerle gerçekleştirme yönünde bazı adımlar attı. Ve bunu devam ettireceğinin işaretlerini de verdi. Buna karşılık Batı’nın askeri operasyon zaafı olarak ortaya çıkan açığı aslında daha farklı bir yöntemle Rusya’yı dizginlemeyi hedefliyor. Küresel kapitalizme eklemlenmiş bir Rusya’nın sadece Avrupa’yı enerji hatları ile rehin alabileceği hesabı yaparken sistemin işleyişini yeterince hesaplamadığı ortaya çıktı. En güçlü olduğu alanda enerjideki üretim artışı ve fiyat düşüyle beraber bir gecede ekonomi alt üst oldu. Putin sanki Sovyetleri çökerten rekabetin bir benzerine istemeden çekilmiş görünüyor. Hatırlayalım, Sovyetler Amerika ile silah rekabetine girip küresel ekonomik yarışı kaybetmiş ve dağılmak zorunda kalmıştı. Rusya da askeri gücünü gösterirken Batı onu hazır olmadığı bir alanda yarışa çekti.
Tam bu durumda hiç alışık olmadığımız türden Türkiye kartını Batı’ya karşı oynarcasına, “enerji istiyorsanız Türkiye’ye başvurun” demesi bu büyük oyuna bizi de taraf olarak sokma girişimi şeklinde okunabilir. Bu durum bazılarının gururunu okşayabilir. Ancak Türkiye böylesi bir rekabette taraf olmaya hazır mı? Ayrıca Ruslar adına bu tür savaşta taraf olmak zorunda mı? Bir başka soru, Putin’in, elimize tutuşturmak istediği borunun vanasını bize vermek istediğinden emin miyiz?
Evet, Türkiye Batı ile ilişkilerinde tek yanlı, alternatifsiz bir strateji üzerine oturmamalı. Bu hem tarihi hem de jeopolitik gerekliliktir. Ancak Putin’in blöfüne de alet olmamalı.
Editr emreakif on December 20, 2014