Sadece bir Mandela yazısı!

Londra hala dünyanın en renkli baÅŸkentlerinden biridir. Bu ÅŸehir pek çokları için hala özgürlüğün baÅŸkenti; Afrikalıların, Asyalıların… Ä°ngiliz sömürge mirası yönetimlerden bunalanların, yine Ä°ngiliz siyasetinin desteklediÄŸi despotlardan kaçanların sığınağı. Caddelerinin bir köşesinde toplanıp yaÄŸmurda ıslanarak ısrarla ülkelerindeki haksızlığa karşı gösteri yapabildikleri tuhaf çeliÅŸkilerin, ayartıcı ve yanıltıcı özgürlüklerin ÅŸehri… Britanya Ä°mparatorluÄŸu’nun dünyanın dört bir tarafından söküp getirdiÄŸi eserlerle dolu müzeleri gibi caddeleri, ‘pub’ları, kültür ortamlarının oluÅŸturduÄŸu bu çokkültürlülük aldatıcı bir temaÅŸaya bile dönüşebilir. Halen süren Ä°ngiliz emperyal siyaseti, sömürgecilik geçmiÅŸi ve üstü örtük yürüttüğü hegemonik politikalarına raÄŸmen muhalif, çokkültürlü, özgür hava estirmeyi baÅŸaran bir ÅŸehir…

Mandela’nın hapisten çıktığı günün hemen öncesinde, yıllarca bitmek tükenmek bilmeyen bir ısrar ve sabırla süren tek gösteri herhalde Güney Afrikalıların eylemleriydi. Hemen her kültürel etkinlikte, üniversitelerde, mutlaka Güney Afrika’daki ırk ayrımcı rejim Apartheid karşıtı bir etkinlik, gösteri, afiÅŸ olurdu. Trafalgar meydanının bir köşesinde, Güney Afrika binasının çevresinde hemen her zaman bir grubun pankartlı gösterisine tanık olmak hayatın ayrılmaz parçalarından biriydi sanki. O dönemler göze çarpan iki önemli muhalefet etkinliÄŸi her yerde karşınıza çıkardı: Güney Afrika’daki ırkçı rejim karşıtları ile Ä°ran devrim muhalifleri…

Mandela’nın serbest bırakılacağı kesinleÅŸmiÅŸ, hapishanenin önünde televizyoncular beklemeye baÅŸlamıştı. Heyecanla tv’nin karşısında Mandela’nın çıkmasını bekleyen birkaç Türk, tarihi ana tanıklık etmenin ayrıcalığıyla tansiyonu yüksek bir tartışmayı da sürdürüyor. Londra gibi insanın ufkunu farklı açılardan zenginleÅŸtiren kültür ortamına sahip bir ÅŸehirde, birinci sınıf üniversitelerden birinde doktora yapan arkadaşın itirazı hala hatırımdadır. Mütedeyyin bir hayat süren, itikadi olarak her tür ırkçılık ve üstünlük taslamaya karşı olması gereken -ki sorulduÄŸun da soyut olarak elbette karşı olduÄŸunu söyleyen- bir arkadaşın Mandela yorumu; ‘Hürriyet kahramanı gibi takdim edildiÄŸine bakmayın; aslında polis katili bir teröristmiÅŸ.’

Mandela üzerine yapılan bu yorumun sosyal psikolojisini anlamak mümkün. Mandele’ya sol, Marksist ya da öyle olduÄŸunu düşündüğü gruplar sahip çıkıyordu; otomatikman kendisini onların karşısında konumlandırmakta beis görmüyor. Güney Afrika, ırkçılık, baskı, ÅŸiddet, bunların temellerini atan sömürgecilik, emperyalizm, Batılı sömürge politikaları, hegemonik sistem gibi sadece tarih bilgisiyle bile vicdan sahibi birinin idrak edeceÄŸi durumlardan habersiz bir saÄŸ muhafazakarlık refleksiydi. Bu refleksin farklı tezahürlerine çok farklı siyasal, sosyal olaylar karşısında, farklı coÄŸrafyalarda karşılaÅŸacaktım.

Ä°mam Harun’un beyaz cellatların iÅŸkencesi altında öldürülüş hikayesinden bile habersiz bu muhafazakarlığın saÄŸcı refleksi karşısında hiç ÅŸaşırmadım o gün. Muhtemelen ‘The Killing of The Imam’ (Ä°mamın öldürülüşü) kitabı, o sıralar okulunun kitap satış mekanında bile mevcuttu. Çünkü tam o sıralar bir adet alıp Gambiyalı bir arkadaşıma vermiÅŸtim.

Komünizm karşıtlığının tek yanlı zihinlere şırınga edildiÄŸi benzer saÄŸcı, statükocu refleksler, Türk muhafazakarlığı için çok tipikti. Siyasal tercihlerini sürekli statükodan yana tavır almaya kodlamış bu zihniyet, sadece bir refleksten ibaret deÄŸil aynı zamanda bir dünyayı yorumlama, algılama biçimidir. Mandela’nın deÅŸifre ettiÄŸi zihinsel tavrın arkasında gücü mutlaklaÅŸtıran, düzen ve istikrarı yegane meÅŸruiyet kaynağı gören, Makyavelizmi de içeren bir çizginin izleri bile görülebilir.

Özellikle soÄŸuk savaÅŸ yıllarının kültürel ve ideolojik etkisiyle ÅŸekillenen ‘düzen ve istikrar arayışı’, dünya tarihinden, sömürgecilikten, küresel kapitalizmin yapıp ettiklerinden çok; muhayyel bir düşmanın gölgesini hep öne çıkararak hak, adalet, vicdan gibi, temel deÄŸerleri ihmal etmeyi, ertelemeyi, gerekirse iptal etmeyi gerektirir.

Serbest kalmasının üzerinden çok geçmeden Türkiye’nin verdiÄŸi Atatürk ödülünü reddettiÄŸinde de ortaya çıkacaktır bu refleks tuhaf biçimde.

Yıllar sonra Mandela’nın temsil ettiÄŸi mücadeleyi, sömürgecilik bakiyesi ırkçı rejimi, Güney Afrika’da siyahların maruz kaldığı zulmü önemsemeyen, Mandela’nın kiÅŸiliÄŸine yüklediÄŸi sıfat nedeniyle statükoyu kollayan siyasal tavır zamanla aşırı bir liberalliÄŸe savrulacaktır. Özellikle Türkiye’de, bir zamanlar en saÄŸ kanattan beslenen kimi akımların çok hızlı bir liberallik savunucusu haline gelmeleri, ‘demokratik haklar’ diline sarılmaları ÅŸaşırtıcı gelebilir. Siyaset sosyolojisinin sınırlarını zorlayan bu dönüşümün egemen söyleme yaslanmak gibi kolaycı bir refleksi yansıttığını düşünüyorum. Ä°nsanların fikir ve kanaat deÄŸiÅŸtirme süreçlerindeki çabalarını, arayışlarını her zaman önemserim. Ne var ki, siyasal tutumla siyaset retoriÄŸi arasında çeliÅŸki gibi görünen bu tevır aslında saÄŸcılığın yeni zamanlara ayarlanmış hali gibi görünüyor

Bedeli ödenmemiş, hesaplaşılmamış cari kavramların yaldızında gizlenen bu statükoculuğun zaman zaman nüksetmesine kimse şaşmamalı.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on December 7, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar