Söylemin esiri olmadan
Her savaşı bitiren bir anlaşma vardır; bu da savaş sonrası dengeleri düzenler. Soğuk savaş bitmiş ama savaşı bitiren anlaşma yapılmamıştır. Bu nedenle de facto tek kutuplu dünya düzeni bölgesel düzenlerin, bölgesel güçlerin çıkmasına neden olacaktır. Bu durum dünya sistemi açısından kaotik bir döneme işaret eder.
SoÄŸuk savaşın galibi olduÄŸuna göre Amerika bu zaferini perçinleyecek, savaÅŸ sonrası düzeni tesis edecek baÄŸlayıcı bir anlaÅŸma neden yapmadı sorusu bu çerçevede anlamlı olabilir. Amerika’nın zaferini bir anlaÅŸmayla teminat altına alacak bir mutabakat her ÅŸeyden önce Amerika’yı kayıt altına alacağı, kendisine de yükümlülükler getireceÄŸi için bizzat kendisi böylesi bir anlaÅŸmaya yanaÅŸmamış olabilir.
SoÄŸuk savaÅŸ sonrasının en dramatik dönüşümlerini, en sarsıcı ve acılı sonuçlarını OrtadoÄŸu’da yaşıyoruz. Avrupa ve eski Sovyet sistemi bir ÅŸekilde bu geçiÅŸi yeniden düzenleyerek atlattılar. Bosna gibi Müslümanların taraf olduÄŸu kanlı düzenlemeler hariç tutulursa Avrupa kendi içinde düzen sorununu Amerika’nın da desteÄŸi ile çözmüş oldu.
Ulus devlet olarak sınırlarına çekilmeyi hiç hazmedemeyen Rusya var olan potansiyelini harekete geçirebileceÄŸini, bölgesel bir güç olmaktan yavaÅŸ yavaÅŸ küresel aktör olmaya döneceÄŸini göstermeye baÅŸladı. Kırım ve Ukrayna krizi bunun ilk iÅŸaretleridir. Amerika’nın baÄŸlayıcı bir anlaÅŸmadan, yani yükümlülükten kaçmasının ne anlama geldiÄŸini Kırım krizindeki sessiz tavrı çok iyi açıklar mahiyettedir. Benzer sessizlik Rusya için de geçerli. Bölgesel ölçekte hamle gücünü elde tutmasına raÄŸmen hala meydan okuyucu bir söylemden uzak durması altı çizilesi bir durum.
Küresel dengeler içinde kaotik yapının OrtadoÄŸu’da tüm bileÅŸenleri, aktörleriyle devreye girmesi eski halin artık muhal olduÄŸunun kanıtı.
Ortada iki küresel suskunluk söz konusu. Küresel savaşın galibi de, bölgesel yeni hamlelerin galibi de suskun. Çin yükselişi henüz bir kenarda duruyor, muhtemel aktörlerin en iddialısı olmasına rağmen.
Birinci Dünya Savaşı’nın dengelerini soÄŸuk savaÅŸ döneminde de dondurarak sürdüren yapı bugün yeniden ÅŸekillenmeye aday. Kurallar ve tarafların kapasitesi tam olarak net olmadığı için her an ÅŸaşırtıcı ittifaklar, yeni dengeler kurulması mümkün.
OrtadoÄŸu’nun sahipleri toprakları, gelecekleri, hakları, sahip oldukları zenginliklerin üzerinde oyun kuran, adeta kumar oynayan bölge dışı güçlerin ürkütücü sessizliÄŸine raÄŸmen en çok ses çıkaran taraf konumunda. Bir tür çaresizliÄŸin feryadı da denebilir. Biriken öfkenin, tarihin kendilerini sıkıştırdığı dar alana isyanın feryadı…
Bu hengâmede en fazla ses verenlerden biri de Türkiye oldu. Yüzyıllık sessiz uykudan sonra kendisinin de, muhataplarının da alışık olmadıkları bir tonda konuÅŸmaya baÅŸladı. Dile getirilen söylemin tek başına ne anlam ifade ettiÄŸinden çok ima ettiÄŸi, hatırlattıkları, muhtemel sonuçları daha önemliydi. Bu yönüyle Rusya’ya benziyor; her söylemi soÄŸuk savaÅŸ dönemi ve öncesi Rus imajıyla bütünleÅŸecekti ister istemez. Reel gücüne ve potansiyeline raÄŸmen söylemin sessizliÄŸiyle hamle gücünü elde tuttu.
Türkiye’nin yüzyıllık sıkışmışlığını aÅŸmak istemesi, tarihi referansları ve zorunluluklarını yeni fark ediyor gibi olması küresel aktörlerin de bunu unuttukları anlamına gelmiyor. Muhtemelen kulaÄŸa hoÅŸ gelen söylemin sahiplerinin fark etmedikleri husus da bu idi.
OrtadoÄŸu’da Amerika’nın, Batı içinde de farklı aktörlerin farklı dengeler kurma çabaları, bir yanda sistem içi yeni denge arayışlarına, diÄŸer tarafta mini soÄŸuk savaÅŸ döneminin yaÅŸanmasına neden oldu.
Bu kaotik ortamda bütün tarafların ittifak ettikleri husus, yerli unsurların bölgenin geleceğinden tek başına yahut ittifak halinde söz sahibi olmalarının engellenmesidir. Buna Türkiye de, Mısır da, İran da dahil.
Bu süreçte bölgedeki söylem gücü, potansiyel gücü ile birleÅŸince Türkiye’nin fazlasıyla dikkat çekmesi kaçınılmazdı. Bu durumda asıl sorun Türkiye’nin söylem gücü ile reel gücü arasındaki büyük çeliÅŸkide yatıyor. Söylem gücü ile reel gücü arasındaki çeliÅŸkiye raÄŸmen potansiyel gücün ima ettiÄŸi tehlike, Türkiye’yi hak ettiÄŸinden daha büyük bir tepkiye, hatta cezalandırmaya muhatap kılması kaçınılmazdı.
Türkiye’nin gücünün üstünde bir tepki çekmesinin sebebi, söylemin zamanlaması, etkisi ve sahada pratiÄŸe geçirme kapasitesi arasındaki ters orantıdır. Bir topluma özgüven vermekle abartılı retorik dil farklıdır. Ve buna herkesten önce bu dili kuranların inanmış olması…
Bölgede yaşanmakta olanlar söylemin cazibesi ile reel olanın çelişkisinin tecrübe edilmesinden başka bir şey değildir.
Editör emreakif on October 25, 2014