Süreç ve şiddet sarmalı
Silahlı bir örgüt olarak PKK 12 Eylül sonrası harekete geçtiğinde resmi dikkat devlete karşı yürüttüğü kanlı eylemlere yoğunlaşmıştı. Bugün de eğer son 30 yılın tarihi yazılacak olursa öne çıkacak olan devletle girdiği çatışma ve bunun bilançosu olacaktır.
Silahlı başkaldırı sürecinde gözden kaçan iki önemli husus var: Bunlardan biri temelde bir Kürt milliyetçiliğini doğuran, besleyen Türkiye’deki siyasi, kültürel anlayış ve uygulamalardır. Bu ortamdan beslenerek Soğuk Savaş döneminde örnekleri bir hayli çok olan, Stalinist özellikler taşıyan milliyetçi-ayrılıkçı bir silahlı örgüt olarak başlangıçta seçtiği ve kan dökerek susturduğu hedefleri…
PKK’nın Kürt milliyetçiliği temelinde, ideolojik olarak da önemli ölçüde Marksist karakter taşıyan farklı örgütleri sindirmesi, yani Kürtçülük üzerinden yapılacak bir mücadeleyi tekeline alma stratejisi bugünlerde pek hatırlanmayabilir. İrili ufaklı rakip Kürtçü örgütlenmeleri kanlı biçimde sindirirken diğer tarafta bölgenin geleneksel yapı ve ilişkilerini de imha eden bir şiddet stratejisini bilinçli şekilde uyguladı. Bölgedeki geleneksel otoritelerin gücünü kırmak için toplu infazlara başvurması, muhtemel intikam saldırılarını temelden bertaraf etmeye yönelikti.
Ne var ki, devletle çatışırken aynı zamanda devlet şiddetinden beslenmeyi de iyi bildi. Örgütlü Kürtçü muhalefeti kendi namlusunun gölgesinin altında sığınmaya zorlarken toplumu da sekülerleştirme işlevi gördü. Bu yönüyle gecikmiş bir Kemalist sekülerleşme modeli de denebilir
Devletle görüşmeler başlatarak “çözüm süreci”ne giren yapının bir tarafta barış, eşit yurttaşlık ve adalet gibi yaldızlı sloganları dillendirirken diğer tarafta şiddete başvurması nasıl açıklanabilir? Şunu herkes biliyor ki, PKK’nın barış yapmaya ihtiyacı herkesten daha fazla! Eğer bu süreç imha edilirse bunun anlamı, uluslararası yeni bir kumpasla hem bölgeye, hem Türkiye’ye, hem de özelde PKK’ya kendi eliyle tuzak kurulduğu anlamına gelir.
Uluslararası kumpaslar, bölgede çıkar hesabı olan güçleri akla getirir. Bunun analizini daha farklı bağlamlarda ele almak gerekecektir. Sadece barış sürecinde başvurulan, bir tehdit gibi kullanılmak istenen şiddetin, saldırıların mahiyetini doğru okumanın daha anlamlı olduğu aşikar.
30 yıl önce benzer ideolojik ve siyasi hedefleri olan yapılanmaları yok ederek Kürtçü hareketler üzerinde tekel oluşturma stratejisi bugün farklı biçimde işliyor… Bir yanda devletle görüşmeler yaparken diğer tarafta bölgede kendi dünya görüşü, daha doğrusu siyasi tutumuyla örtüşmeyen tabanla çatışmaya girmesi tekelci karakterinden bağımsız değildir.
Özellikle siyasal anlamda ve yerel yönetimler düzeyinde elde ettiği konumun da verdiği üstünlük duygusu ile temsil iddiasında bulunduğu Kürt toplumunda hem ideolojik hem siyasi tek güç olarak kendisini görmesi, farklı toplumsal, siyasal temsiliyetlerin, oluşumların her ne pahasına olursa olsun bertaraf edilmesi anlayışının devamı niteliğindedir. Müslüman Kürt halkının değerlerine, kültürüne yabancı olmasına rağmen Kemalist elitlerin cebrî uygulamalardan beslenen gücünü rakipsiz kılmak için ideolojik, kültürel ve toplumsal çelişkiyi kapatmak için başlangıçtaki katı Marksist uygulamaları yumuşatarak gerektiğinde dini ve kültürel alanda sempatik gelecek simgesel değişikliklere gitmeyi ihmal etmedi. Bu değişim Müslüman bir toplumun sekülerleştirilmesi, değerlerinin aşındırılmasıyla sonuçlanan, ama sağ muhafazakar partilerin tutumuna benzer biçimde pragmatist bir yaklaşımla, sempatik gelecek içeriksiz adımlarla kitleselleşmeyi hedeflemektedir.
Bu süreçte, geçmişte devlet eliyle kullanılmış olsalar da şiddeti bırakan, İslami söylemleri dillendiren, kendi kontrolü dışındaki yapıları PKK’nın bertaraf etmek istemesi eski dönemin intikamı ile alakalı olmaktan uzaktır. Asıl mesele nasıl başlangıçta her türlü yöntemi acımasızca uygulayarak rakiplerini bertaraf etmeyi seçtiyse şimdi de siyasal pazarlık gücünü, pozisyonunu toplumsal yapının tümünü kontrol etmede kullanmak istiyor. Hem toplum mühendisliği, hem siyasal tekel olma stratejisi bölgenin ve sürecin en önemli provokatif unsuru olarak karşımızda duruyor. Liberal, Batıcı çevrelerde özgürlük savaşçısı olarak selamlanan, meşruiyet kazandırılmak istenen, hatta kendi değerleri ile çelişme pahasına Türkiye’nin tümüne tercih ediliş ve destek nedeni toplumun değerleri ile İslami dünya görüşlü ile karşıtlık içinde olmasıdır.
Batıl bir dava uğruna gençlerin, sivillerin kanlarının dökülmesine, beyinlerinin yıkanmasına engel olacak sürece karşı çıkmak yerine, bölgedeki Müslüman halkın her türlü temsiliyetini engelleyecek totaliterliğe karşı çıkmalıdır. Türkiye’deki tatlısu Frenkliğini hatırlatan siyasal naifliğin verdiği destekle toplum mühendisliği meşrulaştırılamaz. Müslüman bir halkın değerlerine savaş açan, simetrisinde olduğu gibi Kemalist Kürtçü karakteri sergileyen anlayışın şantajlarının ardındaki toplum mühendisliğini fark etmek gerekir. Bölgenin Müslüman halkının kendi kimliğiyle var olmasını engellemesi ve jakoben laikçi bir kadronun bu halkın temsiliyetini rehin alması en önemli sorundur.
lgili YazlarSiyaset
Editr emreakif on January 1, 2015