Avrupa’nın gözünde “çar ve sultan”
Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması Batı Bloku’nu neden bu kadar kızdırdı? Türkiye’nin NATO’dan çıkıp, Rusya ile yeni bir ittifak kuracağından endişe ettiklerinden mi? Yoksa İran Rusya eksenli bölgesel bir ittifak kurarak askeri ekonomik bir pakt mı hayal ediyor Türkiye? Yahut alternatif olarak Şanghay İşbirliği’ne katılıp eksen mi değiştirecek? St.Petersbug’ta bunların hiç birinin gündeme gelmediğini, Türkiye’nin Batı’ya kepenk indirmeye niyetli olmadığını Avrupalılar gayet iyi biliyor.. Batılıların son gelişmelerden dolayı, Türkiye’nin böyle bir niyetinden kuşkulandıkları için sert, suçlayıcı tepki gösterdikleri de söylenemez.
Uluslararası ilişkilerde real politik faktörlerin belirleyici ağırlığının olduğu bir gerçekse bir o kadar önemli gerçek de tarihsel tecrübedir. Zaten siyaset, diplomasi, uluslararası ilişkiler gibi alanlarda anlamlı bir perspektif geliştirebilmek, yorumlayabilmek için tarih bilgisi ve buna dayalı analiz gereklidir.
DEVAMI>>>…
Posted under Dünya
Yazanemreakif on August 15, 2016
Muhafazakar Makyevelizm
Siyasal muhafazakarlığın batı siyaset düşüncesindeki anlamı, yeri ile Türkiyedeki muhafazakarlık çağrışımının birebir örtüşmediği varsayılır. Batıdaki siyasal bir akım olarak muhafazakarlığın tarihsel kökenleri, kendi içinde geçirdiği değişim ile Türk siyasetine yön veren muhafazakarlığın, örtüşen yanları olduğu kadar ayrışmaları da ima eder.
Ne ki, yine de sağ muhafazakar ideoloji, modern Türk siyasetinin en başat akımlarından biri olarak müesses nizamın kurucu olmasa da, taşıyıcı unsuru oldu. Tek parti dönemi hariç tutulursa sağ, sağ muhafazakar ve muhafazakar diye tanımlanabilecek iktidarlar taşıyıcı işlev gördüler. Her ne kadar sistemin temel ideolojisini onlar belirlemese de muhafaza etmek, bir şekilde hayatiyetini sürdürmek sağ ve muhfazakar iktidarların payına düştü.
DEVAMI>>>…
Posted under Düşünce
Yazanemreakif on May 21, 2016
İsrail’in “kırılan gururu”
İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi konusunda, kapalı kapılar ardında yürütülen çok yönlü diplomatik girişimin ardından dün itibariyle ipler kopmuş gibi görünüyor. En son Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton’un devreye girerek Türkiye’den özür dilenmesi yönünde Netanyahu’ya yaptığı çağrı (baskı olarak da okunabilir) sonuçsuz kalmış görünüyor. Netanyahu Clinton’a “İsrail’in şu an itibarıyla özür dileme niyetinde olmadığını” açık biçimde söyleyerek, olayı soruşturan BM Komisyonu’nun Palmer Raporu’nun yayımlanmasını bekleyeceklerini kaydetmiş.
Amerika’nın özür dileme konusuna, İsrail’e baskı yapmaya varacak derecede önem vermesi yeni Ortadoğu konseptinden bağımsız düşünülemez. Mavi Marmara’da yaşananlardan hemen sonra ABD’nin adeta İsrail’i ödüllendiren açıklamaları ile bugün sergilediği tutum arasındaki farkı iyi okumak gerekiyor.
Türkiye’nin İsrail’le (siyasi) ilişkilerinin düzelmesi için öne sürdüğü şartların yerine getirilmemesi durumunda ortaya çıkacak manzara, Amerika için en kötü senaryolardan biri olmalı. İsrail’i biraz Türkiye üzerinden terbiye ederken diğer taraftan da Türkiye’siz bir İsrail denkleminin ne tür ” felaketlere” yol açacağının da farkında. Aslında Türkiyesiz bir İsrail’in yer aldığı Ortadoğu denkleminin ne anlama geldiğini, bunun kendileri açısından ne denli büyük -nerdeyse alternatifi olmayan- bir boşluk oluşturduğunu en iyi Tel Aviv biliyor. Buna karşın İsrail tarafı, kurduğu stratejik ilişkileri sürekli olarak Türkiye’ye bir tür lütfedilmiş ayrıcalık gibi sunmakta son derece başarılı oldu. Türkiye’deki öz güven yoksunu dış politika yapımcıları, iktidar erki Batı ve ABD ile olan ilişkilerini İsrail’e endekslemişti. Türkiye’nin Batılılar nezdinde adeta vizesi durumundaydı.
Oysa İsrail’in Türkiye’ye olan ihtiyacı sanılanın çok daha fazlasıydı. Her anlamda bölgeye yabancı bir u(nsu)r olarak yerleşen ve kuruluşundan beri sürekli yayılmacı ve işgalci bir stratejiyle sınır genişleten İsrail’in tek başına bu adada kalması imkansızdı. Amerikan yönetiminin üzerinde kurduğu nüfuzunu ve Avrupalıların moral anlamda ikiyüzlülüklerini istismar ederek Türkiye ile her anlamda buyurgan ve şımarık bir ilişki geliştirdi. DEVAMI>>>…
Posted under Dünya
Yazanemreakif on August 18, 2011
İran üzerine yanlışlar
Suriye’de yaşanan gelişmelerin etkisinin bu ülkenin hudutlarıyla sınırlı kalmayacağı çok açık. Olayların etkisi Türkiye’ye uzanmış, neredeyse bir “iç sorun” haline gelmiştir. Baas rejiminin işlediği insanlık dışı toplu cezalandırmaya varan uygulamalar vicdan sahibi her insanı etkiliyor.
Ne var ki Suriye’nin içine girdiği kaotik ortam bir çırpıda halledilecek bir mesele olmadığı gibi sorun sadece Suriye ile de sınırlı değil. Yaşanan insanlık dramına müdahale etmek, acılara son vermek adına yapılan tartışmalar olayın kendisini çoktan aşmış bölgesel hatta mezhebi bir sorun olmaması için özel çaba gösterilir hale gelmiştir.
Suriye bölgede işgal ettiği konum ve rejiminin özellikleri nedeniyle tam bir stratejik fay hattında bulunuyor. Bölgede ABD-İsrail hattının karşısında İran-Suriye hattı ve bunların kurduğu bölgesel ittifaklar bu kırılganlığı derinleştiriyor. Aynı zamanda küresel aktörlerin müdahalesiyle ideolojik ve dini bir çatışma hattı ortaya çıkıyor.
Suriye’deki katliamları durdurmak adına Türkiye’nin müdahalesini savunanlar Suriye’nin stratejik müttefiki olan İran’ı adres gösteriyor. Adeta yapılan katliamların sorumlusu olarak gösterilerek asıl hesaplaşma için İran işaret ediliyor.
Gerçekten de Suriye ile girilecek bir hesaplaşma İran’sız düşünülemez; İran’la girişilecek bir hesaplaşma da İsrail ve ABD’siz düşünülemez. Sünni-Şii fay hattı, Ortadoğu’yu tam bir kaosa çekecek akıl ve basiret eksikliğiyle, insani ve vicdani hassasiyetler üzerinden derinleştirilmek isteniyor.
Suriye’ye kim adına müdahale edileceği, İran’ı neden ve kim adına karşımıza almamız gerektiği sorgulanmadan duygusal retorikle zaten hassaslaşmış olan toplumsal vicdanları harekete geçirmek en kestirme fakat en tehlikeli yoldur. İran savunuculuğu ithamına karşın uyarıları dillendirmekte ve tıpkı Suriye konusunda olduğu gibi, yapılan yanlışlara bir göz atmakta yarar var. DEVAMI>>>…
Posted under Dünya
Yazanemreakif on August 16, 2011