Taksim’den Tahrir çıkarmak
Ä°stanbul’da baÅŸlayan gösteriler ve sonrası ortaya çıkan geliÅŸmeler, toplumsal yapının ne denli kırılgan bir fay hattını tetikletebileceÄŸini gösterdi. Belki toplumsal katmanların tarihi bir dönüşüm beklentisine girdiÄŸi bir dönemde toplum adına, apolitik görünen, hatta iyi niyetli tepkilerin derin yapılarca nasıl bir kaos ve krize tahvil edilebildiÄŸini göstermesi açısından da hem muhalefetin hem iktidarın ders alması gereken önemli bir iÅŸlev gördü.
Dışarıdan bakıldığında olayların en ironik tarafı Taksim Meydanı’ndan bir Tahrir çıkarmak istenmesidir. Gezi Parkı’nı protesto ile baÅŸlayıp iktidara karşı tepkilerini ve özelde de hıncını çıkarmak isteyen grupların, örgütlü yapılanmaların, daha geniÅŸ anlamda da motive edilmek istenen statükocu güçlerin manifestosuna dönüştürülmek istenen hikaye, Türkiye’de müesses nizam denilen zihniyetin güç mücadelesinden hiç de vaz geçmemiÅŸ olduÄŸunu gösterir. Bu noktada her ÅŸeyin birkaç bürokrat tayiniyle deÄŸiÅŸtiÄŸini düşünen iktidar için bir uyarı anlamına gelip gelmediÄŸinden emin deÄŸilim.
Asıl vurgulamak istediÄŸim; Arap baharına karşı çıkan, eleÅŸtiren (tümüyle farklı gerekçelerle Arap baharına yüklenen anlama ben de mesafeliyim) çevrelerin bir anda Taksim’den bir Tahrir çıkarma hevesine kapılması, onun sembol ve diline sahip çıkması, daha da vahimi bir tür Türk tipi Baasçılığını yeniden diriltmek isteyenlerin bu metafordan yararlanmak istemesi…
DiÄŸer bir çeliÅŸki ise Arap baharının her türlü dış müdahaleden, etkiden azade bir özgürlük devrimi olduÄŸuna inanan, hatta serüveni yönlendirdiklerini söyleyen, sahiplenen Türkiye’deki muhafazakar çevrelerin birden bire Taksim olayları etrafında tahrik, provokasyon, örgüt ve derin yapılanmaları keÅŸfetmiÅŸ olmasıdır.
Taksim’den bir Tahrir çıkmayacağı kesin ancak toplumsal yapının ne kadar taksim olunmaya müsait olduÄŸu da baÅŸka bir gerçek.
Görünen o ki çevreci duyarlılık gibi baÅŸlayan protestoların arkasına sığınan CHP, ulusalcı Kemalistler, marjinal sol, liberal hoÅŸnutsuzlar, MHP’nin alttan alta desteÄŸinin ortaya çıkaracağı ‘Tahrir görüntüsü’; olsa olsa memleketi derin bir taksimatla bölecek siyasal kaosa ve OrtadoÄŸu’da tarihe gömülen Baas’ın yeniden Türk versiyonu olarak diriltilmesiyle sonuçlanabilir.
Aynı ÅŸekilde birbiriyle bu kadar alakasız siyasal ve toplumsal kesimlerin nasıl olup da bir araya gelebildiÄŸi, buna sebep olan siyaset tarzı üzerinde iktidarın yeniden düşünmesi için bir uyarı iÅŸlevi görmüş olduÄŸunu ummak, istemek de hakkımız. ‘Ben yaptım oldu’ siyasetinin bizzat olaydan bağımsız bu kadar farklı, marjinal, arkaik grupları, naif bir çevreci duyarlılık gösterisinin arkasında bile harekete geçirebilmiÅŸ olması, kırılgan toplumsal yapıyı gösterdiÄŸi kadar bu sarsıntıları bir siyasal deprem ÅŸokuna dönüştürme kapasitesine sahip yapılar açısından da yeterince uyarıcı olmalı.
Önceki gün Fransız Le Monde gazetesinin baÅŸlığı dikkatimi çekti: ErdoÄŸan’ın iktidar tutkusu… Bu cümle bir tespitten çok bu olaylar vesilesi ile Batı basını ve siyasal çevrelerde Türkiye’ye dair bakış açısındaki ortak noktayı iÅŸaret ediyor. Özellikle son seçimlerden sonra gözlemlediÄŸim bir husus genelde atlanıyor: AK Parti iktidarına uluslararası sistemin ne kadar ihtiyaç duyduÄŸunu kimse reddetmiyor. En eleÅŸtirel olanlar bile AKP karşısında uluslararası sistem açısından alternatif olacak, ciddiye alabilecekleri bir muhalefetin ÅŸimdilik pek ortalıkta görünmediÄŸini itiraf etmekten de geri durmazlar. Ne var ki, iktidarın çok güç kazandığını düşünen çevreler -ki bunlar hiç de hafife alınmaması gereken yerleri temsil ediyor- özellikle BaÅŸbakan’ın konumunu, iktidarını gereÄŸinden fazla güçlenmiÅŸ görüyorlar. ‘Pazarlık gücü daha da aÅŸağıya çekilmiÅŸ bir Türkiye’ ile ‘bölgesel anlamda sınırları çizilmiÅŸ, önüne belli bir etkinlik alanı açılmış Türkiye’ tezleri bu noktada çatışıyor. Aslında çeliÅŸik gibi görünen bu durum senkronize biçimde Türkiye’nin önünü açarken aynı zamanda bağımlılık katsayısını yükselten bir senaryoya dönüşüyor. ‘ErdoÄŸan’ın iktidar tutkusu’ baÅŸlığı ile özetlenen, Fransa baÅŸta olmak üzere, Almanya ve Avrupa eksenli bakış ile Atlantik ötesinin tutumlarındaki paralellikler ve çeliÅŸkiler, özellikle ErdoÄŸan’ın ÅŸahsı ve karizması üzerinden bir satranç oyununa dönüşüyor.
Türk tipi Baasçılık da bu süreçte, ‘biz de varız’ demek için her imkanı deÄŸerlendirip aslında kendi gücünü uluslararası sisteme pazarlıyor.
Tüm bunlar Taksim’deki gerçekliÄŸi yok etmiyor. Ä°ktidarın tüm çeÅŸitleriyle muhafazakar kesimleri etrafında toplamak, bu ittifakı tahkim etmek yönünde kontrollü gerginlik üreten siyaset dilinin her zaman iÅŸ görmediÄŸini fark etmesi gerekiyor.
Bu güç yanılsamasının ortaya çıkardığı ‘ben yaptım oldu’ türünden uygulamalara karşı birikmiÅŸ tüm tepkiler, hoÅŸnutsuzluklar ortak bir muhalefet cephesine dönüşebilir. Ulusalcılarla liberal hoÅŸnutsuzları birleÅŸtiren sebepler üzerinde herkes yeniden düşünmeli. Taksim’den bir Tahrir çıkmaz ama Gezi Parkı’ndan bir toplumsal taksim, çatlak çıkarılabiliyor.
Gerekçesinden bağımsız olarak protesto gösterileriyle baÅŸlayan çoÄŸu iyi niyetli eylemlere bir tür kalkışma denemesi görüntüsü verilmek istenmesi; Türkiye’deki sistemin, iktidarın, toplumsal yapının kırılganlığını, fay hatlarını, sinir uçlarını göstermesi açısından yeterince uyarıcı sayılmalıdır. Kürt meselesi etrafında kan akmasını durduracak süreci daha çok kan akacak bir kaosa dönüştürecek, bundan siyasal rant elde edecek yapının hala mevcudiyetini koruyor olmasının da, akıl tutulması yaÅŸayan muktedirler için uyarı niteliÄŸi taşıyacağını sanıyorum.
Ýlgili YazýlarSiyaset
Editör emreakif on June 4, 2013