Tarihçinin anıları nasıl okunmalı?
Başkalarının tarihi çeker bizi. Kendi tarihimizi başkalarının tarihinden öğreniriz çünkü. Kendimiz olmadan önce başkaları gibi olmak, düşünmek, yaşamak öğretildi zira. Kendi olmaktan utanır bir toplum haline getirilmemizin en sağlam yoluydu başkalarına göre hayatımızı tanzim etmek, ufkumuzu, yönümüzü tayin etmek.
Bir tarihçinin anıları, yazdığı tarih kitaplarından daha çok ilgimi çeker. Tarih kitapları bir kurgunun, bir tarih anlayışının, ulusal tarih yorumunun, resmi ideolojilerin süzgecinden geçerek yazılır daha çok. Bu anlamda nesnel bir tarihten söz edilemez. Belki kronolojik olarak olayların nasılı ve mekanların nerede olduğu bilgisine ulaşmaya çalışırız.
Tarihçinin anılarını okurken işte bu tarihin arka sokaklarında dolaşır, sahnede görünmeyen kahramanlarını keşfederiz.
Ne kadar kurgusal boyutu olursa olsun ciddi bir ilim adamının yazdığı tarih kitabının gerek metodolojik olarak gerekse teknik olarak belli bir disiplin içinde kaleme alır. Bağlı olduğu ekolün yaklaşım biçimini yansıtsa da temel iddiası nesnelliktir. Ve hakikat ne ise onu yazmak zorundadır.
Buna rağmen o tarihin inşasında hazırlık aşamaları, malzemenin toplanması, ayıklanması, yaklaşım biçimi, tarihçinin dünya görüşü bir şekilde yansır.
Bu inşa sürecinde esere yansımayan ayrıntılar, eseri besleyen mecra, eserinin mimarının dünyası… Özellikle bir tarihçinin nasıl bir dünyaya uyandığı, kendi uygarlığı ve ötekilere bakışı, eğitimi, kaynakları bilinmeden tarih/kitabını doğru okumamız, algılamamız ne mümkün.
Edebiyatçıların, düşünürlerin günlükleri başka bir dünyaya kapı aralar. Dönüp dönüp okuduğumuz sayfaların, dilimizden düşmeyen mısraların gerçek sahibine dokunuruz.
Tarihçinin notları günlükler de başlı başına bir tarihtir; kişisel tarih.
Tarihçilerin hatıratını okurken not almasam bile mutlaka yaptığım bir şey var: Kitapta ismi geçen referansların altını çizmek, bunları bir yere not etmek. Kimlerden ders almış, neler okumuş, hangi makale dikkatini çekmiş, kim hangi konuda tez hazırlamış. Dikkat çektiği, önemsediği kitaplar, makaleler, belgeler…
Ve özellikle hangi üniversitede kim hangi konuyu iyi biliyormuş. Mesela Türkçe’de yapılan bazı nehir söyleşileri bu anlamda çok yararlı oldu. Tüm bunları bir tarihçiye yol gösteren deniz fenerleri olması hasebiyle önemserim. Yayıncılık yaptığım dönemlerde bu tür referanslardan yola çıkarak keşfettiğim çok kitap olmuştur.
Tarihçinin yaşadığı ortam, dönem, ailesi, kültür ortamı anlaşılmadan ortaya koyduğu eser de anlaşılamaz. Neden bu olayı değil de diğerini öne çıkardığı, satır aralarındaki göndermeleri bu ayrıntılardan yakalayabiliriz ancak.
Tarihçinin çocukluk döneminden eğitim hayatına anlam katan, istikamet evren bir söz, bir kural sanılandan daha fazla etkilidir.
Mesela Toynbee’nin çocukluk döneminde annesinden aktardığı bir sözün onun hayatının şekillenmesinde, Osmanlı’ya, Müslümanlara bakışında ne kadar önemli olduğunu, bazı yaklaşımlarının arka planında bu ve buna benzer anıların olduğunu okuyunca çözebilirsiniz. Tuhaf biçimde Toynbee Birinci Dünya Savaşı’nda dışişleri bakanlığında danışmandır, hatta gazeteci kimliği ile Anadolu’ya gelip Milli Mücadele kabinesiyle görüşecek kadar etkindir.
Benzer biçimde bugünlerde anılarını elime aldığım “Modern Türkiye’nin Doğuşu” kitabıyla tanınan Bernard Lewis de 2. Dünya Savaşı’nda İngiliz istihbaratında çalışacaktır. Suriye’de, Bağdat’ta, Kudüs’te sahada görev almıştır. Zamanla tarihçi bu önyargıları aşsa da kişiliğini şekillendiren kültürel, ideolojik ortam beslenme kaynakları eserlerinin ruhuna yansır. Toynbee mesela medeniyet tarihi ile uğraşmış bir kafa olmasına, Osmanlı’ya bir oryantalistten daha olumlu yaklaşmasına rağmen nihayetinde küçümser. “Osmanlı’nın durdurulduğu”nu söylerken otamamlanmamış,yarım kalmış, Eskimolar gibi “düşük” bir medeniyete indirger.
Bunun arka planında belki de aldıkları güçlü bir eğitim ve ben algısı ile ötekine, İslam’a dair terk edemeyeceği önyargılarının etkisi muhakkaktır. Britanya İmparatorluğu’nda şekillenen bir dünya tasavvuru ve İslam algısı.
Bunun nasıl bilinçli bir eğitim süreciyle şekillendiğini daha doğrusu kimlik inşası olduğunun ip uçlarını Bernard Lewis’in anılarında geçen bir kaç cümlede saklı sanırım.
B. Lewis diyor ki (Yirminci yüzyılın ilk yarısı içinr); “Londra Üniversitesi kurallarına göre Bizans tarihi okumadan Ortadoğu tarihi öğrenemezdiniz.” Bu kuralı sadece basit bir konu dağılımı meselesi olmaktan çok, Ortadoğu’ya nasıl bakılmasına dair güçlü bir idrakin, epistemolojik ve ontolojik bir kişilik inşasının yöntemlerinden biri olarak okumalı.
Yine o dönemin Oxford Üniversitesi yaklaşımına göre;“Modern tarih Roma’nın düşüşüyle başlatılırdı.” Oxford hocalarının modernitenin bilinen anlamda ne zaman başladığına dair yaygın kanaati paylaşıyor olsalar da tarihin şemalandırılması, anlamlandırılmasına kendi kurumsal yaklaşımını ilan ediyor. Kudüs, Atina, Roma da şekillenen bir uygarlığı ya da uygarlık şemasını akademik formata sokuyor. Bu arka planla tarih yapılıyor.
Bir medeniyet zamanı, tarihi yorumlayabilme bilincidir. Bu hal somut gerçekliğe tekabüliyetinden çok medeniyet idrakine karşılık gelir.. Lewis’in Ortadoğu tarihçisi olarak iyi yetişmiş olmasına, hakim olduğu dillere ve ulaştığı kaynaklara rağmen yorumlarındaki yanlılık onun geldiği dini kültürel ve epistemolojik çerçeveden bağımsız değil.. Nitekim üniversiteyi bıraktıktan sonra akademik kayıt olmadan yazdığı eserler ( “Hata neredeydi?” mesela) tam bir oryantalist önyargı manifestosudur.
Benzer önyargı kişisel tanıklıklarını anlatırken İslam ülkelerindeki izlenimlerinde olaylara yaklaşımında tüm çıplaklığıyla görülüyor. Zaten oryantalizm dediğimiz disiplin önyargıların, ideolojik bakışın şekillendirildiği literatür yekünü, bakış açısı…. Oryantalistler pek çok ilmi çalışmaya imza atsalar da seçtikleri konu ve en önemlisi cevabını aradıkları sorulara bakıldığında bilinçli önyargı sezilir.
Tarih nelerin ne zaman nasıl olduğunun bilgisi verir, tarihçinin hatıraları ise inşa edilen tarihin mutfağını, malzemesini hepsinden önemlisi bunu hazırlayan aşcının maharetini, kişiliğini yani tarihin arka sokaklarını görmemizi sağlar.
lgili YazlarDünya, Düşünce, Kültür, Siyaset
Editr emreakif on February 7, 2015