“Toplum mühendisliği” projesi olarak muhafazakârlık
Anlayış Dergisi
MUHAFAZAKÂR demokrasinin Türkiye’de siyasi literatüre nasıl girdiğinin öyküsünü incelemek, bu kavramlaştırma hakkında, en az onun içeriğini tartışmak kadar açıklayıcı. ‘Muhafazakâr’lığın ve ‘demokrat’lığın, Batı siyasal tecrübesinde neye tekabül ettiğine bakmadan ve felsefi arkaplanını anlamadan Türkiye’de yaşanmakta olanları sağlıklı bir biçimde değerlendirmenin mümkün olmayacağı bir gerçek. Ancak bu iki kavramın sentezinin ‘nasıl’ı, oluş biçimi bu ülkede siyasetin yapılış biçiminin başka yüzünü göstermesi bakımından ibretlik vakıa olsa gerek.
AKP’nin liberal temelli bir panelde “aidiyet ve kimlik” sorununu aşmaya çalışması bu parti için olduğu kadar siyasi hayatımızın geleceği hakkında da endişelenmemizi gerektiriyor. Söz konusu olan marjinal bir partinin değil, Türkiye’nin en büyük siyasi örgütünün, hem de iktidar partisi olarak telkinlerle biçimlenen, içi doldurulmaya çalışılan adeta ısmarlama görüntüsü veren siyasi kimlik arayışıdır.
Türkiye’nin en liberal kesimiyle en muhafazakâr kesimini bir araya getiren panel aslında muhafazakârlığın pragmatizmini ele verdiği gibi aynı zamanda liberalizmin, kapitalizmin muhafazası konusundaki yeteneğini ortaya koyuyor. Olanca tutucu görüntüsüne rağmen muhafazakârlar, tarihsel olarak da felsefi olarak da her zaman için pragmatizme yatkın olmuş; değişim adına çıkarların öncelendiği siyasi tutumu benimsemiştir.
Türk muhafazakârlığının, Batıdaki örneklerinin aksine, felsefi bir çabanın sonucu doğduğu söylenemez. Ancak siyasal davranış biçimleri ve önerdikleri toplumsal modellerin kültürel kodları açısından benzer oldukları rahatlıkla söylenebilir. Özellikle tabanı itibarıyla dini hassasiyeti daha fazla bir toplumsal çevrenin temsilcisi olan AKP söz konusu olduğunda bu durum daha da önem kazanıyor.
Muhafazakârların; dinin teolojik etkisine her zaman karşı duran, pratik tarihsel deneyimlerden yararlanmayı amaçlayan, sınırlı kullanıma elverişli bir din-dindarlaşma anlayışını savunageldikleri görülür. Din, toplum ve siyaset ilişkisi noktasında muhafazakârları rahatlatan kavram, bizim de yabancısı olmadığımız “maneviyatçılık”tır. Bu yaklaşımıyla dinin bir tür profanlaştırılmasına kapı açan muhafazakârlık, toplumun dini referanslara göre biçimlenmesine her zaman karşı olmuştur. Sekülerleşmeyi mümkün kılacak “kitabı olmayan” bir din anlayışının adıdır muhafazakârlık.
İnsan “Dindar Hayvan” Olunca
Tam bu noktada muhafazakârlığın babalarından Edmund Burke’ün veciz ifadesinden söz etmek yerinde olur: “İnsan dindar bir hayvandır”. Din-birey, din-toplum ve din-siyaset ilişkisi açısından her türlü pragmatizme kapı aralayan bu felsefe, aslında dinin toplum hayatını biçimlendirmesini değil; ekonomik ve siyasal yapının din aracılığıyla işlevselleştirilmesini mümkün kılacak toplum projesinin adıdır.
Muhafazakârlık, Batıda olduğu gibi bizde de din-devlet ilişkisini ahlakla sınırlı tutmanın ideolojisi olmuştur. Ahlak boyutunun da hem tarihi pratik hem de felsefi özü itibarıyla ne kadar ahlaki olduğu ayrıca tartışmalıdır. Olanca muhafazakârlığına, toplumsal değerlere yaptığı vurguya rağmen çıkarcılığı ve pragmatizmi elden bırakmayan bu çizgi, toplumsal yozlaşmayı yaygınlaştıran siyasal projeye dönüşmekte gecikmeyecektir. Demokrat Parti’den başlayarak Özal’a uzanan siyaset çizgisinin değişimle muhafazakârlığa, çağdaşlaşmayla maneviyatçılığa eşanlı vurgu yapması tesadüfi değildir. Pragmatizm ve en ilkel biçimiyle çıkarcılık ideolojisinin toplumsal, ekonomik ve siyasal yansımaları, muhafaza ettiğinden çok alıp götürdüğü değerlerle anılacaktır. Pratik olarak yozlaşma ve kimliksizlik şeklinde kendini gösteren bu siyasi tavır Türk toplumunda kullanılmaya elverişli değerlere sahip çıkmış; ama toplumu ayakta tutacak temel dinamikleri çökertmiştir.
Türk muhafazakârları isminin yaptığı çağrışımın aksine modernleşmeci ideolojilerin toplumsallaştırılmasında belirleyici rol oynamıştır. Demokrat Parti’den itibaren muhafazakâr sağ geleneğin, tepeden inme yöntemlerle yerleştirilemeyen, benimsetilemeyen modernleşme projelerinin tabana yayılmasındaki işlevi buna örnek teşkil eder. Bu rol, çağdaşlaşma projesinin kök salması ve yaygınlaşması anlamında “toplum mühendisliği”nin en başarılı örneği olmuştur. Bu durum muhafazakâr demokrasi panelinde açış konuşmasını yapan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “her türlü toplum mühendisliğine” karşı olduğu yönündeki çarpıcı açıklama ile tam bir çelişki arz eder.
Batılılaşma ve Türk Muhafazakârlığı
Muhafazakârlığın, devlet ve toplum ilişkilerinde sekülerleştirmenin taşıyıcısı olması gerçeği, Türk muhafazakârlarının Batıya bakışında da görünür. Batıcılık karşısında direnen geniş toplumsal muhalefetin, değerlerine sahip çıkmak isteyen kitlelerin entelektüel ve politik anlamda sözcülüğünü üstlenen muhafazakârlar temelde Batıcılıktan yana olmuş, Batılılaşmayı savunmuşlardır. Peyami Safa ile radikal Batıcılar arasındaki çelişki muhteva farkından çok üslup farkıdır.
Tek parti döneminin çağdaşlaşma anlamında radikal uygulamalarına karşılık çok partili hayatta özellikle muhafazakâr partiler eliyle gerçekleştirilen, toplumsal değerlerle barışık Batılılaşma projesi toplum mühendisliğinin rafine halidir. Burada belirleyici unsur değişimle birlikte gelen batılılaşma ve bireysel özgürlükler bağlamında toplumun önündeki engellerin aşılmasından çok kapitalist ilişki biçiminin muhkem kılınması; ekonomik dünya görüşünün, kültürel ve toplumsal değerlere de şekil vererek muhafaza edilmesidir. Demokrat Parti döneminde Türkiye’nin başta NATO olmak üzere hemen hemen tüm Batılı yapılara üyeliği mümkün kılındı. Adalet Partisi döneminde bize özgü liberalizmin ve devletçiliğin dengelendiği kapitalizme uyum modelinin işlerliği sağlandı. Özal döneminde liberal ekonomi politikaları uygulamaya konularak Türkiye küreselleşmenin etkilerine açık hale getirildi.
AKP en başta, “zinde güçlerin” fincancı katırlarını ürkütmemek adına, İslamcı olmadığını ilan etmekle işe başladı. O zamandan beri kimliğini, ne olduğundan çok ne olmadığı üzerinden tanımlamaya çalıştı. AKP’nin sosyo-ekonomik ve siyasal söylemi geçmişin hulâsası gibi. Demokrat Parti, CHP mirasını daha ileriye taşıyarak Batılılaşmanın toplumsallaşmasını mümkün kılarken Batıyla kurumsal entegrasyonu gerçekleştirdi. Muhafazakâr demokrat kimlikle karşımıza çıkan AKP ise Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinde en cesur adımları atan iktidar oldu.
Küreselleşmeden din-devlet ilişkilerine kadar uzanan sorunlu alanlarda toplumsal desteğin başka türlü sağlanması mümkün olabilir miydi? Cidde Ekonomik Forumu’nda dile getirilen “paranın dini imanı olmaz” sözü tam anlamıyla muhafazakâr ideolojiyle örtüşmektedir. İslam ortak pazarına karşı olduğunu açıklayan “dine dayalı siyaset yapmama” söylemi, paradoksal biçimde, dini tarif eden ve alanını sınırlayan bir toplum mühendisliğine dönüşmektedir.
Editr emreakif on February 9, 2004
Yorumunuz
Dier Yazlar
Daha Yeni Yazlar: ABD kiminle çalışır, kiminle çalışmaz?
Bir Önceki Yaz: Eleştirme hakkı