Toplumsal hafızadan İslam siliniyor mu?
Türkiye’de din-toplum ilişkisi, din devlet ilişkisi her zaman için ezberlerin ötesinde bir gerçeğe işaret eder. Bu yanlışlanan ezberler seküler retoriğin de muhafazakar hamasetin de gerçeklik ilişkisini genelde boşa çıkarır. Seküler-modern zihnin bu ülkede dini toplumsal hayattan çeken, toplumsal hafızadaki yerini yok sayan retoriği resmi ve kamusal alanda dillendirilen bir ezberdir. Muhafazakarlar için ise seküler devlet ve aygıtları ile toplumun derin hafızasındaki din ve referansları arasındaki derin çelişkiyi kavramaktan uzaktır. Hepçi bir yaklaşımla modern devlet aygıtı ile toplumsal hafızayı çözümlemekte acze düşer.
Bu toplumun olanca batılılaşma, modernleşme serüveninine rağmen nihai noktada tutunacağı referansları din ve din ile alakalı değerlerdir. Modernleşme projelerinin sekülerleştirici ideolojisi siyasal düzlemde formel bir gerçeklik alırken toplumsala nüfuz etmesi zaman almıştır. Toplum bir yanda modernleşirken diğer tarafta muhafazakarlaşan, küresel kapitalizme eklemlenme sürecinde neoliberal çağda da muhafazakarlaşırken sekülerleşen bir postmodern durum ortaya çıkardı. Bu açıdan sekülerist batıcılar kadar sağ- muhafazakar açıklama/anlama biçimleri kıyasıya yanıldı.
Toplumu birleştiren ortak değerleri ortaya çıkarmak amacıyla yapılan bir kamuoyu araştırmasında din ve toplum ilişkilerine dair ilginç sonuçlara varılmış. Bu tür araştırmalar genelde yönlendirmeli ve almak istediğiniz cevaba uygun soru teknikleri ile kolayca yönlendirilebilir. Her ne kadar yönlendirmeli de olsa sorulara verilen cevaplardan farklı sonuçlara dair ipucu yakalamak mümkün. Mesela üç araştırma kurumunun ortaklaşa yürüttüğü bir çalışmada “Türkiye’de insanları ortak bir vatandaşlık bağı ile birbirine hangisi bağlıyor?” sorusuna katılımcılardan üçte biri din, üçte biri ortak kültür ve gelenekler cevabını vermiş. Bu cevap içinde ortak kültür ve gelenek cevabının da dinle ilişkili olduğu rahatlıkla söylenebilir. Tersinden bir soru ile insanların en son vazgeçecekleri değerler açısından, nihai olarak öteki karşısında kendilerini nasıl tanımladıkları sorulsaydı muhtemelen din vurgusu daha öne çıkardı.
Burada ortak kültür ve bunların dinle ilişkisi ile bizzat din anlayışının kendisinin neleri içine alıp neleri dışladığı, dinin hayatlarını ne kadar belirlediği, sorusu başka düzlemde değerlendirilecek hayati konudur. Nihai olarak, bu ülkede bireysel anlamda kendini dinle alakalı görmeyen biri bile hayatı ve toplumsal ilişkilerinin önemli dönüm noktalarında bir şekilde dinle ilişkiye geçmek ihtiyacı duyar. Bu da İslam gerçeği ile yüz yüze getirmektedir bizi. Din ve toplum ilişkilerinde İslam’ın ne kadar merkezi bir yere sahip olduğu, dinin toplumsal hafızadan silinme çabalarına rağmen önemini koruyor oluşu hakkında sosyolojik, tarihsel, kültürel analizler yapılabilir.
Burada muhafazakarların en çok yanıldığı husus, bizim gibi ülkelerde toplumsal hafıza ile siyasal alanın birbiriyle atbaşı gitmediği, insanların hayatında dinin yeri ile bunun kamusal alanı düzenleyen örgütlenmelerin yapısı, siyasal niteliği ile karıştırıyor olmalarıdır. Özellikle muhafazakarların siyasal alana tırmanması bu yanılgıyı daha şiddetlendirdi. Evet, batıcı elit toplumun hafızasını tümüyle silip yeni bir toplum ortaya çıkarmakta yaya kaldı, büyük ölçüde başarısız oldu. Ama muhafazakarların sandığı gibi tırmandıkları siyasal mevkiler de ideolojik muhtevasını değiştirmedi. Tam aksine sosyo-ekonomik olarak, siyasal olarak merkeze yaklaştıkça, Müslümanca kaygıların renginin solmaya başlayacağını tahmin bile edemediler. Hatta artık bu muhteva boşalmasının farkına bile varmayacakları yeni durumla karşı karşıya kalarak; yapının muhafazakarlaştığı oranda sekülerleştiği, toplumsal alanda muhafazakarlaşma ile sekülerleşmenin atbaşı gittiği pek çok ezberi bozmaktadır. Küresel kapitalizme eklemlenmenin getirdiği hayat tarzı, dünya görüşü, ekonomik ve siyasal ilişki biçimleri ve hepsinden önemlisi insan teki üzerindeki dönüştürücü etkisi muhafazakar seküler modeli ortaya çıkardı.
Son dönemde yapılan kamuoyu araştırmalarının bu açıdan işaret ettiği iki sonuç önemli: Birincisi, insanların “ortak değer olarak din” cevabını verme oranı eğitim seviyesinin artması ve yaşın gençleşmesi ile orantılı düşüş gösteriyor. Eğitimli olanlar ve genç kesim din yerine “ortak kültür ve gelenek” gibi daha nötr sayılacak cevaplar vermesi sekülerleşme trendinin yönünü gösterir. Toplumsal hafızanın derinliklerinde hala İslam anlamını, belirleyiciliğini korurken bunu siyasal ve kamusal alan ilişkilerinde, ortak paydaya ilişkin tanımlamalarda doğrudan referans olmaktan çıkıyor mu? Bu tercihleri yapanların, dine karşı olmadıklarını söylemeleri muhtemeldir. Ancak dinin toplumsal hayatta belirleyici etkisi ve algısının hangi yönde değiştiğini görmemek imkansız. Üstelik pek çok muhafazakarın da artık din tanımı ne kadar sorunlu, ne kadar sahih olduğu ayrıca ele alınması gereken bir husus.
Bu noktada ikinci sonuç olarak çok daha çelişkili durum ortaya çıkıyor. Muhafazakarlar siyasette ve sosyoekonomik alanda konumlarını pekiştirirken aynı zamanda kendilerini de dönüştüren sekülerliğin meşrulaşmasına, en hafif tabirle varoluşsal anlamda bir sorun olmaktan çıkmaktadır. Siyasal alan seküler muhtevasını kaybetmeden muhafazakarlaşıyor ve bu durum devlet aygıtının tüm etkinliklerini de meşrulaştırıyor. Özünde seküler olmasına karşın muhafazakarlar nezdinde dini bir meşruiyet kazanarak fiziki olmanın yanı sıra zihinsel, ideolojik eklemlenme de gerçekleşiyor.
Seküler siyasal alanın muhafazakarlar nezdinde meşrulaşmasının en yıkıcı etkisi ise siyasal sisteme ters düşen ya çatışma içine giren kesimlerin üstelik pür seküler ideolojik söylemlerine rağmen dinle karşı karşıya gelmeleridir. Devlet aygıtının seküler yapısına rağmen merkeze çektiği muhafazakarların verdiği dini görüntü nedeniyle toplumun belli kesimlerinde İslam ile mesafe girmektedir. Böylece ister etnik ister ideolojik olarak muhafazakarlara muhalif kesimlerin seküler sistemi değil sekülerleşen muhafazakarlar üzerinden dine mesafe koymaları, çatışmanın şiddetine göre uzaklaşmaları hatta düşman olmaları toplumun bastığı zeminin, varoluş imkanlarının yitip gitmesi anlamına gelir. Devlet aygıtını kullanmanın verdiği geçici güç yanılsaması bu ülkenin varoluş imkanlarını tehdit ediyor. İslam bu toplumun yegane imkanıdır, Müslüman olamayanlar için bile. Merkezin baştan çıkarıcı güç temerküzü adına kimsenin Müslümanlığı suç ortağı göstermeye, öyle algılanmasına sebep olacak stratejilere girmeye, böylesi imaj çizmeye hakkı yok.
lgili YazlarDüşünce
Editr emreakif on June 16, 2016