Toptancı Avrupa karşıtlığına düşmeden
Hollanda ile yaşanan kriz ‘Avrupa sorunu’nu yeniden hatırlattı. Diğer tarafta, Avrupalılar açısından da ‘doğu sorunu’na dönüşü akla getiren dayanışma açıklamaları yapılıyor. Bu tür durumlarda devletlerin izlediği politikalar tarihsel, kültürel refleksleri yansıtır.
Oyun kurucu olan güçler reelpolitik olanla stratejik faydayı birbiriyle çelişmeden yürütür. Yaşanan krizin ne kadarının reelpolitik ne kadarının süreklilik arz eden bir stratejinin parçası olduğunu gözeterek yorumlamak gerekir.
Bunu yapabilmek için de genelde Batı uygarlığı, özelde bunun kaynağını oluşturan Avrupa fikri ve Avrupalılık üzerine temelli bir yaklaşım sahibi olmalı.
Hollanda, Almanya, Fransa gibi önemli Batı Avrupa ülkelerinin Türkiye konusunda tırmandırılan krizde takındıkları dayanışmacı tavır karşısında düşülebilecek en önemli tuzak toptancılıktır. Yani, toptan tüm Batıyı karşımıza alan, daha doğrusu Avrupalıları bize karşı birleştirici bir dilden kaçılması gerekir. Avrupa fikrini oluşturan tarihsel süreç ve değerlerle Avrupalılar arasındaki nüansları, stratejik hesaplaşmaları gözetmeden yapılan, tek tek doğru olsa bile tümünü Müslümanlara, bize karşı birleştiren dil ve tutumdan kaçınmamak en büyük hatalardan biridir.
Batı ve özelde Avrupa’yı iki temel eksende değerlendirmek gerekir. Temelde Batı uygarlığı ve onun değerleri karşısında bizim nerede durduğumuzu yerli yerine oturtan medeniyet perspektifli bakış; ikincisi ise, daha çok stratejik, politik rekabete, hesaplaşmalara dayalı yaklaşımlar.
Hollanda’nın çok açık biçimde yaptığı ırkçı kışkırtmanın “Avrupa’nın kendi değerlerine ihanet” olarak eleştiren söylem üzerinde durmakta yarar var. Avrupa uygarlığına ve değerlerine dair hiçbir çekince koymadan, varsayılan bu değerlerle çeliştiği için eleştirmek ciddi bir çelişkiye götürür. Tıpkı Avrupa Birliği’ne girmeyi bir medeniyet projesi sayan resmi söylemin içerdiği açmazda olduğu gibi… Evet, Avrupa ve Avrupa Birliği kendi iç çelişkilerinden, çatışmalarla dolu geçmişinden, vahşi kapitalizm ve sömürgecilik sonrası düzen arayışlarından, bunlara karşı toplumsal hareketlerden ders çıkartarak kendileri için belli kriterleri oluşturdular. Ancak bu standartların felsefi gerekçeleri ve kültürel, tarihsel arka planı ile İslam’ın teklif ettiği değerler bütününe muhteva olarak karşılık geldiği söylenemez. Bu temel çelişki ile hesaplaşmadan Avrupa’nın kendine ihanet ettiği söylemi medeniyet bağlamında baştan kaybedilmiş özür dilemeci bir savunmadır.
Daha çok politik ve stratejik güç ilişkilerinden kaynaklanan ikinci tür eleştirel yaklaşımın da Avrupa’yı ”ortak öteki”ye karşı birleştiren bir dilden uzak durmalı.
Avrupalılara ötekisini hatırlatan toptancı dil, bizatihi bizim kırmaya çalıştığımız tarihsel bir saplantıdır. Avrupalılık fikri, biraz da birbiriyle rakip, ırkçılığa varan ulusçu çatışmaların tarihinden ortaya çıkmıştır. Tarihi boyunca birbirleriyle çatışan, parçalı ama ortak ideal olarak Roma birliğini diriltmeye çalışan etnik ve sekter gerilimlerin coğrafyasından bahsediyoruz. Bu açıdan bakıldığında Avrupa Birliği, Roma idealini tarihte ilk kez barışçı yöntemlerle gerçekleştirilmesi projesidir…
Avrupa gibi bir tanımlamadan bahsediliyorsa onun ötekisi de var demektir. M. Hodgson’ının ifadesiyle, Avrupa’nın ötekisi Osmanlıdır. Yani Osmanlının siyasi güç ve temsil ettiği bütüncül kainat görüşü. Yani Müslümanlar, yani Türkler, Araplar, Boşnaklar, Kürtler. Arnavutlar…
Kendi aralarında birbirinden hoşlanmayan, modern anlamda ideolojik milliyetçiliği icat eden ve ırkçılığa beşiklik eden jeokültürel havzanın ayrıştırıcı sentezinden bahsediyoruz. Ancak Avrupalıları birleştiren ise öteki karşısındaki vaziyet alışlarıdır.
Tarihsel olarak, kendi aralarındaki iç çatışmalarda Osmanlı faktörü devreye girdiğinde Avrupalı olduklarını hatırlayacaklardır. Bu durum bugün için de geçerlidir. Kıta Avrupasından hep ayrıksı duran İngilizlerin bir dönem en büyük rakibi İspanyol İmparatorlarına karşı ‘sultan’ yakıştırmasıyla aşağılaması tesadüf değil. Bunca tarihsel çelişki ve çatışmaya rağmen, modern zamanlarda da kendi ötekisi hatırladığında ortak Avrupalılıkları ortaya çıkar. İngiltere ile Kıta Avrupasının veya kıtaiçi güç dengelerindeki ayrışma ancak ortak öteki olarak biz söz konusu olduğumuzda sona erdirildiğine tarih yeterince tanık.
Arupalılara arası derin farklılıkları, çıkar çatışmaların yeterince fark edemeyen siyaset tarzı tarih boyunca zararlı çıkmıştır. Toptancı söylemlerle Avrupalılıklarını Müslümanlık karşısında birleştirici bir düzeye çıkmadığında Alman, Fransız, İtalyan olarak mücadeleye girişeceklerdir.
Batı uygarlığını, küreselleşen ve dünyayı tek tipleştiren değerlerin anayurdu olarak Avrupa ve Avrupa fikri ile felsefi, dini, entelektüel düzeyde hesaplaşamayan söylemler, Avrupa’yı temel olarak referans alan mahcup eleştirilerden öteye gidemez. Ve bu dille yapılan eleştiriler Batı ve Avrupa’yı haklı çıkartan bir sonuca götürür.
Avrupalılar arasında tarihsel olarak hep var olan ve bugün de her ne kadar üstü örtülmüş gibi görünen ama kriz dönemlerinde ortaya çıkan etnik, mezhepsel ve stratejik farklılaşmayı doğru okumak zorundayız. Gittikçe daha öne çıkan ötekileştirici politikaları eleştirebilmek, her şeyden önce bu zihniyetin beslediği tarihsel kökleri ve düşünsel temellerini doğru olmakla mümkün olur. Bunu yapamadığınız takdirde, kendi iç çelişkilerini yok sayan toptancı söylemler hepsinin ötekine karşı birleşmelerini sağlar.
lgili YazlarDüşünce
Editr emreakif on March 18, 2017