Türkiye, Osmanlı’nın neyi olur?

Türk siyaset söyleminde tarih, herhalde hiç bugün olduÄŸu kadar günceli anlamak için bir baÅŸvuru kaynağı olmadı. Osmanlı hiçbir zaman bugün olduÄŸu kadar siyasal ve toplumsal sorunları çözmek için referans kaynağı olmadı. Ãœstelik baÅŸlatılan bu süreçte iktidar, Kürt siyaseti ve devlet/statükodan yana taraf olanların hepsinin de Osmanlı modeline, Osmanlı uygulamalarına gönderme yapan cümleler kurması, ‘Osmanlı’nın yeniden icadı’ mı yoksa bir tıkanmışlığın göstergesi mi?

Devletin statükocu tıkanıklığını, sorunun bizzat nedeni olan tekçi anlayışı aşmak isteyen iktidarın temsil ettiği muhafazakârlar, Osmanlı modelini bir jeopolitik ve jeostratejik dayanak olarak  görüyor. Bu şekilde devletin kimi uygulamalarından vazgeçerek tarihi sürekliliğin sağlanacağını yani yaşanan kopuşun onarılacağını düşünüyor.

Kürt siyaseti adına öne çıkanlar ise olanca ulusçu söylemlerine karşın, kaybettiklerini geri alabilmek için Osmanlı modeline referans göstererek, imparatorluk birikimini ulusçu kalıplara dökmeye çalışıyor. Benzer ÅŸekilde devlet refleksini öne çıkaranlar (en son imza atan 300 aydın örneÄŸi) ise, tarihi derinliÄŸi daha da geriye götürüp sorunların kaynağı olan ‘tekçi’ bakış açısını Selçuklu’dan baÅŸlatıp Osmanlı ile devam eden bir süreklilik kurgusuyla 90 yıllık uygulamalara meÅŸruiyet kazandırmaya çalışıyor.

Genelde tarih, özelde Osmanlı ile ilişkimizin ne kadar günübirlik ve tutarlılıktan mahrum olduğunun en büyük göstergesi, üç tarz-ı siyasetin de eklektik tarih okuması yapmasında ortaya çıkıyor. Tarihi, toplumu ve toplumun kültürünü yok sayarak bir gecede medeniyet değiştirileceğini zannedenlerle, bu projenin mağdurlarının aynı kaynağı referans almaları gibi ironik bir durum yaşanıyor.

Osmanlı’nın 600 yılı aÅŸan uzun tarihi tecrübesi, üç kıtaya yayılan farklı coÄŸrafyalardaki zamana ve kültüre göre farklı uygulamalarından seçmeci bir yaklaşımla hemen her görüşü destekleyecek bir uygulama bulunabilir. Mesele Osmanlı dediÄŸimiz bu muazzam yapının baÅŸarıları ve zaaflarıyla beraber onu var kılan dünya görüşünün, deÄŸerler sisteminin ne olduÄŸuna dair saÄŸlıklı bir yaklaşın sergilemekte. Yoksa Cumhuriyet’i kuran kadroların hepsi Osmanlı sisteminde yetiÅŸmiÅŸ isimlerdi. Yeni devlet Osmanlı ‘yükünden’ kurtulduÄŸunu zannetse de kurumların tamamı devletin yaşından daha eskiye dayanıyordu. Meseleye bu açıdan yaklaşıp, tıpkı iktidarın yaptığı gibi Osmanlı vizyonu adı altında güncelleyerek  ulus devlete uyguladığınızda görünüşte hiçbir sorun kalmıyor! Bu ÅŸekilde  jeo-politik/stratejik hayalleri, idealleri hem cesaretlendirici hem de meÅŸrulaÅŸtırıcı bir zemine oturmuÅŸ olduÄŸunuzu varsayabilirsiniz.

Benzer biçimde Kürt ulusalcılığı da hem teritoryal anlamda hem kültürel anlamda Osmanlı geçmişine gönderme yaparak yeni bir ulus kimliği inşa etmek gibi paradoksa düşerken, ulusalcılar da anakronik biçimde Türkçü söylemlerine, varoluşlarının  Osmanlının  reddi üzerime kurulu olmasına aldırmadan tarihsel köken bulduklarını düşünebilirler.

Siyaset ve toplum bir yanda kendini yeniden tanımlarken tarihi de tanımaya hatta yeniden kurgulamaya çalışıyor. Cumhuriyet seçkinlerinin düştüğü hataya farklı boyutlarda her kesim yeniden düşebilir. Ta ki Osmanlı’ya bir politik argüman olarak bakmayı bırakıp olayı medeniyet perspektifli ele alıncaya kadar. Son dönemde olur olmaz her durumda medeniyet kavramının, içi boÅŸaltılarak, adeta dinin yerine ikame edilerek kullanılmasına karşı çekincelerim olmasına raÄŸmen tam da bu noktada medeniyet fikri olmadan ne günceli ne de geçmiÅŸi anlamamız, anlamlandırmamız imkansız. Olsa olsa politik mülahazalara cevap niteliÄŸinde altı asırlık koca imparatorluÄŸun uygulamalarından kullanışlı örnekler çıkartılabilir.

Oysa Osmanlı’nın dünya görüşü, ait olduÄŸu medeniyetin deÄŸerler sistemi ve bunun politik, stratejik, sosyal, kültürel yansımaları bütün olarak göz önüne alınmadan Osmanlı sistemi çözümlenemez, anlaşılamaz. Her medeniyet gibi Osmanlı (medeniyeti) de kendi bütünlüğü içinde deÄŸerlendirilip, uygulamaları meÅŸruiyetini aldığı referans çerçevesi ve hedeflediÄŸi insan ve toplum, devlet modeli içinde deÄŸerlendirmeli. Bu açıdan tarihin en uzun ve en büyük klasik imparatorluklarından biri olarak Osmanlı’nın her ÅŸeyiyle bütüncül bir tutarlılıkla siyaset yürüttüğü iddia edilemez. Ancak temel siyasetin meÅŸruiyetini, Osmanlı’yı var kılan deÄŸerler sisteminden, medeniyet tasavvurundan aldığını sürekli göz önünde tutmak zorundayız.

Medeniyet baÄŸlamında yaklaÅŸtığımızda ne Cumhuriyet’in reddi miras yaptığı keskin dönemleri ne de gelenekle barışık görünen muhafazakar iktidarlar dönemi Osmanlı’nın  devamı olmadığı gibi ‘çözüm süreci’nde ortaya atılan eklektik örnekler de Osmanlı’dan bugüne uygulanacak referanslar olabilir.

Bir medeniyetin varisleri  o medeniyetin deÄŸerlerine sahip çıkanlardır. Bireysel tercihleri bir kenara bırakacak olursak, ne devlet adına statükoyu savunanların ne de statükoyu aÅŸmak adına Osmanlıyı referans alan muhafazakar iktidarların Osmanlı’nın devamı olmadığı gibi, Kürt ulusalcılığının ironik biçimde kendine Osmanlı’dan referans almasının gerçekçi bir karşılığı yoktur.

Sorun, siyasal ve toplumsal sorunlara çözüm aramak adına politik gerekçelerle tarihe dönmek değil, medeniyet perspektifli bir yaklaşımla dünü ve bugünü okuyamamakta yatıyor.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on April 9, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: